EDEP SEN NE GÜZEL ŞEYSİN!

Ehl-i diller arasında aradım, kıldım talep

Her hüner makbul imiş, illa edep, illa edep!

Edep bir taç imiş nur-u Huda’dan

Giy o tacı emin ol her beladan.

Bütün ilimlerin önüne geçen, şairlere “Her şeyden önce ille de edep!” dedirten bu “edep” kelimesi nedir? Nereden geliyor? Neden bu denli her şeyin önüne geçiyor? Bunları açıklamak istiyorum:

Edep (Arapça: ‏أدب‏), "toplum töresine uygun davranma" veya "iyi ahlak, incelik, terbiye" olarak tanımlanır. İslamiyet’te ise hayatın her yönünü kapsayan görgü ve ahlak kurallarıdır. Edep, davranış bağlamında, İslami görgü kurallarını ifade eder. Bunlar: "incelik, görgü, ahlak, terbiye, nezaket, sevecenlik" kavramları ile ilişkilidir. Mevlâna: “Edep, nefsini tanıyıp haddini bilmektir. Edep, kul olduğunu anlayıp Yüce Mevlâ’ya yönelmektir. Edep, kibri kırıp tevazuya sarılmaktır.” diyerek tanımı yapmıştır.

Ancak bu kelimenin sözlük anlamına bakmak kavramamız için yeterli olmayacaktır. Daha iyi anlamak için kelimenin harflerini tek tek tahlil etmemiz gerekiyor. İşte o zaman asıl edebin ne olduğunu kavrarız:

‏(  ‏أدب  ) üç harf ile yazılmaktadır: أ  , د  , ب 

Elif ( أ ), eline

Dal ( د ), diline

Be ( ب ), beline; sahip ol demektir. Herkes bu kullanımı hayatının bir kesiminde mutlaka duymuştur. “Eline, diline, beline sahip ol.” İşte bu söz, edep sözcüğünün yazımından yola çıkılarak, her harfe ayrı bir anlam yüklenerek günümüze kadar söylenegelmiştir. Bu sözüyle Hacı Bektaş-ı Veli hem tasavvuf anlayışını sunmuş hem de “edep” sözcüğüne eskimeyecek, unutulmayacak bir anlam yüklemiştir. Edep için “güzel ahlakın zirvesi” de diyebiliriz. Buna bağlı olarak “edebiyat” sözcüğü de edep kelimesinden türetilmiştir. “Toplum töresine ve ahlaka uygun olma.” anlamlarına gelmektedir. Edep kelimesinin çoğulu olarak da görülebilir. Kısacası edebiyat kelimesinin kökü de kaynağı da edeptir. Türkçe olmamasına karşın milletimiz bunu benimsemiş ve bu benimsemeyle birlikte derin anlamlar yüklemiş, içselleştirmiştir. Bizde edebiyat: “Dil aracılığıyla; duygu, düşünce, hayal, olay, durum veya herhangi bir olgunun edebî bir tarzda ve etkili bir şekilde yazılı veya sözlü anlatımını gerçekleştiren; malzemesi söz ve ses; muhatabı insan olan bir sanat dalı.” olarak tanımlanmaktadır. Edebiyat, bizim kültürümüzde amaç olmaktan ziyade araç olarak kullanılmıştır.  Yani Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli gibi tasavvuf büyüklerimizden tutun da Mehmet Akif, Necip Fazıl, Halide Edip’e kadar birçok şair ve yazarımız edebi kaygı gütmeden toplumsal bir kaygıyla eserlerini bu çerçevede oluşturmuşlardır. Yani edebiyattan önce “edep” kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Halkın ihtiyaçlarını, toplumun sorunlarını ve ahlaki değerleri gözetmişlerdir.

Yunus Emre’nin şiirleri, Mevlana’nın öğütleri, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram’ın tasavvuf yorumları ile yoğrulan edebiyatımız; Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Arif Nihat ile doruk noktasına ulaşarak bizlere sunulmuştur. Edebiyatın, şiirin, hikâyenin ancak kutsal bir amacı varsa okuyucuda vücut bulabilir. Nitekim Mehmet Akif, İstiklal Marşımızı yazarken bunu edebiyat kaygısı güderek mi yazdı?  Elbette hayır. Onun bu şiiri yazarken kutsal bir kaygısı vardı: “Vatan.” O, vatanını, toprağını, bayrağını ve sahip olduğu kutsal değerleri yitirmemek maksadıyla İstiklal Marşı’nı yazdı. Düşünün, hangi şiir İstiklal Marşı kadar ruhunuza işledi? Hangi şiir bu denli zihninize bir daha silinmemek üzere kazındı? Elbette hiçbir şiir İstiklal Marşı’mızın bizde uyandırdığı etkiyi uyandıramaz çünkü hiçbir şiir o duygularla yazılmadı.  Görüldüğü üzere bizim edebiyatımız, istisnalar haricinde edep kavramını ortaya çıkarmaktadır. Bu şekilde kutsal amaca hizmet eden eserler zihnimizde kendine çok kıymetli yerler edinerek silinmiyor, nesilden nesle aktarılıyor.

Tüm bu anlatılanlara ilave olarak bizim edebiyatımız diğer milletlerin edebiyatıyla kıyaslanamayacak kadar büyük bir edebiyattır. Hümanizmi daha 13. yy.’da işleyen ve “Yaratılanı severim yaratandan ötürü.” diyen bir Yunus Emre hangi milletin edebiyatında mevcuttur? Kaldı ki Batı’nın hümanizmi insandan başkasına değer vermezken Yunus, tüm yaratılanlara kıymet veriyor ve onları seviyordu. Batı hâlâ “ahlak” kavramını tanımlayamazken Hacı Bektaş-ı Veli yalnızca üç harfle bunu derinlemesine açıklayıp nasıl olması gerektiğini anlatıyordu. Batı karanlıklar içinde kendi pisliğinde boğulurken bizim topraklarımızda hoşgörü ve sevgi lisanı hüküm sürüyordu. Bu topraklar bir Yunus Emre bir Mehmet Akif yetiştirebildiyse mayasında edebi de edebiyatı da fazlasıyla barındırdığı içindir. Bu toprakların şairleri, erenleri ve büyükleri saymakla bitmez. Nur-u Hüda’dan bir taç olan edebi giymeyi ve giydirmeyi unutmayalım, unutturmayalım.

Gezdim Halep Şam,

Eyledim ilmi talep,

Meğer ilim bir hiçmiş,

İlla edep illa edep

Yunus Emre