Kabuğun içindeki hayatı görmek için, önce o kabuğu kırmak gerekir.

Bazıları için ceviz sadece sert bir kabuktur. Kahverengidir, çatlaklıdır, dışı gösterişsizdir. Asıl kıymeti, içindeki özdedir. Biz ise ne yazık ki, giderek bu çağda kabuklara aldanır, kabuklara tapar olduk. Kabukla avunuyor, içindeki hakikate bakmayı unutuyoruz. Görünene değer veriyor, görünmeyeni ise es geçiyoruz.

Bu sadece basit bir benzetme değil; Anadolu’nun tam ortasında, binlerce yıllık bir medeniyetin üzerine kurulu bir şehrin, Kütahya’nın bugünkü hâlidir. Evet, Kütahya bir ceviz gibi... Ama hâlâ kabuğu kırılamamış, içindeki cevher gün yüzüne çıkarılamamış bir ceviz.

Dışarıdan bakıldığında sıradan, sessiz, hatta kimi zaman sönük bir şehir gibi durabilir. Otoyolların dışında kalmış, hızlı trenin kıyısından dönmüş, üniversiteleri hakkınca büyüyememiş, sanayisi yerinde saymış bir il… Ne büyük acıdır ki biz bile, bu kabuğun içindeki cevheri unutmuş gibiyiz.

Kütahya; çininin başkentidir. Bunu çokça söyleriz ama ne kadar yaşarız? Germiyan’dan bu yana kültürün, sanatın, şiirin merkezlerinden biri olmuş bu topraklarda, kaç genç çini atölyesine adım atıyor bugün? Kaç çocuk ellerini toprağa, çamura, sanata buluyor?

Dumlupınar gibi bir destanı barındıran bir şehirde yaşıyoruz. Kurtuluş’un son hamlesi burada yapıldı. Toprağında şehit kanı, dağlarında bağımsızlık yankısı var. Mamafih bu tarihî ağırlık bile, bugünkü Kütahya’nın ayağa kalkmasına yetmiyor. Çünkü o kabuk bir türlü kırılamıyor.

Termal kaynaklarıyla, doğasıyla, gastronomisiyle, el emeğiyle bu şehir aslında Türkiye’nin gizli cevheridir. Simav’dan Emet’e, Gediz’den Altıntaş’a, Hisarcık’tan Tavşanlı’ya, Domaniç’e kadar her köşesi ayrı bir cevher barındırır. Ama o cevher, vitrine çıkarılamaz; çünkü kabukla oyalanıyoruz.

Biraz da dürüst olalım...

Bu kabuğu kıramamamızın bir nedeni de biziz. Sahip çıkmıyoruz. Elimizdeki değerin farkında değiliz. İmkânı olan başka şehirlere göç ediyor, dönüp bakmıyoruz. Kendi şehrini küçümseyen, kendi insanına güvenmeyen bir ruh hâli içindeyiz. Yerelde doğan bir fikre “olmaz” diyoruz, dışardan gelen aynı fikri “vizyon” sanıyoruz. Kendi toprağımızdan çıkan yeteneklere dudak büküp, başkalarının parladığı ışığı alkışlıyoruz.

Oysa Kütahya'nın ihtiyacı olan şey çok net: Kabuğu kıracak cesur eller...

Bu kabuğun adı önyargıdır. Bu kabuğun adı yerel küçümsemesidir. Bu kabuğun adı sessizliktir, atalettir, memnuniyetsiz ama hareketsiz olmaktır.

Kütahya'nın sokaklarında yürürken, geçmişin sesini duyarsınız. O sesi bugüne taşıyacak güçlü adımlar eksiktir. Yeni bir Kütahya hikâyesine, yeni bir kalkınma ruhuna ihtiyaç var. Bunu da ancak içimizden birileri yapabilir. Çünkü dışarıdan gelen göz, bu cevizi sadece kabuğundan tanır ama içini bilen, içindekine kıymet veren bir el dokunursa; işte o zaman bu şehir silkelenir, kendine gelir.

Bu yazıyı okuyan sen...

Eğer bu şehirde doğduysan, burada yaşıyorsan ya da kalbin hâlâ buradaysa; artık bu kabuğu kırma zamanıdır. Sözle, fikirle, üretimle, sanatla, yazıyla, girişimle, cesaretle...

Çünkü Kütahya kabuğunu kıramazsa, içinde sakladığı bütün potansiyel zamanla kuruyacak. Tıpkı kabuğu hiç kırılmayan bir cevizin içinin zamanla acılaşması gibi...

Oysa biz biliyoruz: Kütahya'nın içi tatlı, dolu, zengin. Yeter ki o kabuğu kıralım. Yeter ki artık kabuğu ceviz sanmaktan vazgeçelim.

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Kendi toprağını hor gören, başkasının taşına methiyeler düzer.