Gönül diye bir kavram var ki, bu sözcük başka bir dile çevrilemiyor. Mesela gönül demek, kalp demek değil. Amerika’daki Müslümanlar, İngilizce olarak konuşurken eğer “gönül” diyecekse “heart” demiyor. Kalp yerine onlar da “gönül” diyor. Kalp, somut olanın adı, gönül ise görünmeyenin adı dersem yanılmış olmam herhalde.

Sevginin, hoşgörünün, merhametin, şefkatin, iyiliğin velhâsıl sevgilinin sarayıdır gönül.

“Gönlü geniş olmak” diye bir deyim var, bilirsiniz. Bu deyim, kişinin kendinin emmare (emreden), levvame (kendini kınayan) ve mülhime (ilham alan) şehirlerini aşarak, olaylara ve insanlara karşı dar görüşlü veya önyargılı olmaktan sıyrılmasını ve kendi rızası ile her varlığı sevgi ve merhametle kabul etmesini içerir. O da razıdır, onlar da razıdır sırrına eren kişide bulunur gönül genişliği.

Anadolu irfanında gönül, sevgilinin mekânı olarak kabul edilir. Bu yüzden gönlü geniş olan kişi, sevgiyi yüreğinde taşıyan ve başkalarına da bu sevgiyi ikram eder. Gönül genişliği kabulü, affediciliği ve insanları yargılamadan, eksiklerini görmeden, kusur aramadan onların içindeki hakikati fark etme kabiliyetini de kapsar.

Gönül Çalab'ın tahtı, Çalap gönüle baktı. İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise… Yunus Emre

Bu bakımdan gönlü geniş olmak, kâmil (olgun) insan olma yolunda ilerleyişin bir işareti olarak değerlendirilir. Örneğin şu sözler bu anlayışı özetler:

Gel, ne olursan ol yine gel. İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapar ol yine gel. Bizim kapımız, ümitsizlik kapısı değildir…

Sevmeyen kişi, yolu kat etmek için bir telaşa girmez. Yolda olduğunu da bilmez haddizatında. Sevmesini öğrenene kadar, dolap beygiri gibi gider gelir durur. Buna ne kendi, ne de en yakınında olanlar vâkıftır. Ta ki bir uyarıcı onu bulup uyandırana kadar. Sevgiyle uyanan kişi, bir daha da uyumaz. Gözleri gaflete kapanır, hakikate açılır. Eğriyi, doğruyu ayırmayı bırakıp işine bakar. Sevmektir artık işi. Dağı taşı, kurdu kuşu, börtü böceği ve tabii ki insanı sever. Bu başka bir sevgidir artık.

Sevmezse Âdemoğlu, insan olamaz. İnsan olmayan da sevgili ile bir olamaz…

BAŞINA NE GELİYORSA SENDEN

Bugünkü yazımın bu bölümünde size bir hikâyecik aktarmak istedim. Buyursunlar efendim…

Bir zamanlar bir âşık yaşarmış. Sözünde durur, yeminini tutarmış. Yıllar boyu bir sevgiliye gönül vermiş, ona kavuşabilmek için beklemiş. Arayan sonunda bulurmuş. Çünkü sabrın sonu selametmiş. Günlerden bir gün sevgilisi ona:

Bu gece gel. Sana güzel yemekler, tatlılar yaptım. Filan yerde gece yarısına kadar bekle. Sen aramadan, ben gelirim.

Âşık bu güzel haberden dolayı kurban keser, fakir fukaraya yemek dağıtır. Çünkü beklediği müjdeli gün doğmuştur artık.

Sevgilisinin söylediği yere gitti. Onun sözünde duracağını düşünerek, beklemeye başladı. Gece yarısından sonra sevgilisi sözünde durdu ve çıkageldi. Fakat kendine âşık olan adamın uyuduğunu gördü. Onun elbisesinden bir parça kesti.

Sen gerçek bir âşık değil, daha çocuksun. Şunları al da oyna! Diyerek cebine birkaç ceviz koydu.

Âşık, seher vakti sıçrayarak uyandı. Elbisesinden bir parça kesilmiş ve cebine birkaç ceviz konmuş olduğunu gördü. Sevgilisinin ne demek istediğini anlamıştı.

Bizim padişahımız, sevdiğimiz, baştanbaşa doğruluk ve vefadan ibarettir. Başımıza ne geliyorsa hep bizden, kendimizden geliyor! Diyerek dövünmeye başladı.

Sevgiyle kalın…

GÜZEL GÜMLELER

Hâlin ne ise, müşteri sen oldun o hâle. Noksanı, meğer adl-i ilâhîde mi sandın? KENAN RIFAİ