Ruhani Başkent – Varanasi -5
           
            Sabahın çok erken saatlerinde güneşin ortalığı yavaş yavaş kavurmaya başladığı sırada otelimizden ayrılıp bir nehir gibi gürleyen sokakların arasına kendimizi bırakıyoruz bu karmaşanın arasında hedefimiz epeyce bir ün yapmış olan German Bread Bakery bulmak. Harita üzerinden ilgili sokağa geliyoruz ,ancak aynı isimde karşılıklı iki tane aynı yer olduğunu görüyoruz bunun klasik bir Hindistan aldatmacası olduğunu fark edip gerçek olana giriyoruz.


          German Bread Bakery bir Alman tarafından işletilmekte , birçok peynir seçeneği ,çok farklı ekmekleri ile kahvaltı yapabileceğiniz, normal yemekleri de yiyebileceğiniz, mekana çok takılmazsanız içerik olarak oldukça kaliteli bir nokta. Restaurant'ın özellikle çatı katı wifi üzerinden nete bağlanmak ve çay içmek içinde ideal. Agresif ve yaramaz maymunları önleme amacı ile çatı katı tamamen teller ile kapatılmış durumda ,burada hemen küçük ama etkili bir öneri otelinizden çıkar iken maymun riskine karşı kapılarınızı ve pencerelerinizi sürekli kapalı tutmanızı tavsiye ederiz.


          Varanasi kaosuna German Bread Bakery'den aldığımız güçlü bir yakıt ile hazır durumdayız, ghat'lara doğru tekrar yol alıyoruz amacımız sadhuları görmek ve mümkün olduğunca fotoğraflamak. Sizleri ve kendimi yormamak için Hinduizm'in detaylarına girmek istemiyordum ancak bu noktada Sadhu kimdir nedir sorusunu özetle cevaplamak gerekiyor. Hinduizm oldukça eski bir inanç ,ilk görüldüğü yerler Indus vadisi ve kökleri 4500 yıl öncesinde Brahmanizme dayanmakta, dinin bir yaşam biçimi olduğu Hint toplumu üzerinde de çok yoğun bir etkisi bulunmakta. Bu bağlamda Sadhu (yogi veya baba olarak da bilinir) antik Hint dili sanskritçede başarmak gibi bir anlama sahiptir. Bir keşiş gibi gezen ,kendini dine ve inanca adamış bir tür derviş olan Sadhular Hint toplumunda bütün sosyal statülerini ,zenginliklerini ,kastlarını bırakmış ve tamamen kendilerini dinsel bir amaca ulaşmaya adamış bir nevi kutsal kişilerdir. Hindistan'da ortalama beş milyon Sadhu olduğu düşünülmekte ve halk tarafından ciddi saygı ile karşılanmaktadır ,hatta birçok insan Sadhuların lanetlerinden de korkmaktadır. Sadhuların yaşam biçimleri tamamen kendilerine özeldir ,bazı Sadhular Shiva'nında elbisesi olan kül ile vücutlarını boyarlar ,saçlarını ve sakallarını kesmezler ,alınlarında kül veya sandal ağacından çizilmiş mezheplerini gösteren işaretler taşırlar, bedenlerinin diğer kısımlarında kül veya bitkisel boyalar ile çizilmiş çeşitli işaret ve çizgilerde görülmektedir. Elbiselerinin rengi genellikle sarı veya turuncu şeklinde olmakla birlikte bazıları tamamen metaforik gök kül elbisesi giymiş bir şekilde çıplak dolaşır ,bunun da bir anlamı vardır , yani dünyadaki herşeyden, elbiseden bile vazgeçişi temsil eder, genellikle toplu halde mathalarda (bir çeşit manastır ) ,küçük kulübeler veya mağaralarda yaşarlar. Sadhular zamanlarının çoğunu yoga ve meditasyon yaparak geçirirler ara ara mantra lar (bir nevi ilahi ) söylerler. Sadhular öldüklerinde yakılmazlar , çünkü yaşamlarında bir yanma seromonisi yapılır bu nedenle yanmış kabul edilirler. Sadhuların farklı grupları ve mezhepleri vardır , hatta Naga Sadhular gibi marjinal olanlarıda mevcuttur. Bazı insanlar ,Sadhuları Hint toplumunda bir ruhban sınıfı olarak düşünmektedir ancak sadhular Hıristiyanlıktaki gibi resmi din görevlileri değildir ,daha çok yardımcı olarak toplum arasında bulunan ve insanların gönlünde saygı kazanmış kimselerdir, tabi bu arada Hindistan’da çok fazla sayıda sahte Sadhu da bulunmakta ,gerçek ve sahtesi arasındaki en büyük fark, hakiki Sadhular asla sizden para vs talep etmezler. Sadhu'ları uzun süre gözlemlemek, onlar ile etkileşime geçmek ve doğu felsefesinin gizemini anlamaya çalışmak bizler için enterasan bir süreç ,ancak konuştukça devasa bir girdabın içinde dolanıyorsunuz gibi ,sanki attığınız her adımda araladığınız her kapının altında kocaman ve bir o kadar ilginç bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Sadhulara ,doğunun mistik ,gizemli felsefesini meraklıysanız ,biraz anlamak ve iletişim kurmak istiyorsanız paradigmalarınızı bir süreliğine kenara bırakmalısınız ,salt bazı ön yargılar ile hareket ederseniz elinizde kalan sadece kir ve kaos içinde dolanan bir grup fakir insan olacaktır.


Sadhuları bir süre izleyip kendileri ile birkaç cümle edip fotoğraf aldıktan sonra bir sonraki hedefimiz Ramnagar Fort'a gitmek için bir rikşaya atlıyoruz ,yol boyunca toz bulutları ve egzoz arasında bizi karşıya ulaştıracak köprüye varıyoruz gördüğümüz manzara karşısında küçük dilimiz tutuluyor, bu köprüyü kelimelere dökmek hakikaten çok zor ,bu tip bir şeyi dünyada görme şansınız çok az. Köprü o kadar basit ve virane görünüyor ki ,bir sürü şişme dubanın üzerinde sallanan bir salıncağa benziyor. Rikşa ile geçip geçmeme konusunda ufak bir kararsızlık geçiriyorum ,sonra yola devam ediyoruz ,köprü ağaçtan ve tahtalardan yapılmış araçların geçtiği tahtaların arasındaki boşluklar bazı yerlerde devasa büyüklüklerde, hakikaten inanılmaz bir tabloya şahit oluyoruz. Köprüde geçer iken bir rokete dönen rikşa içinde bütün kemiklerinizin oynadığını hissediyorsunuz ,eğer bel fıtığı ve benzer şikayetleriniz varsa bu köprüyü rikşa ile geçmeyi denemeyin bile. Zorlu bir mücadeleden sonra yılların eskitemediği Ramnagar Fort'a ulaşıyoruz.18.yüzyılda Mihrace Balwant Singh tarafından yapılan bu kale şeklindeki saray geçmişte Benares Mihracelerinin konakladığı yermiş, günümüzde bir müzesi ve tapınağı ile, yerli yabancı turistlere hizmet vermekte. Kale’nin mimarisi oldukça farklı ve güzel ancak günümüze kadar ulaşan kısımları haliyle biraz zarar görmüş durumda. Kale’den içeri girdiğinizde önce bilet almanız gerekmekte ,Hindistan'ın her yerinde müze ve ören yerleri girişlerinde yerli ve yabancı turist ayrımı bulunmakta ve buna göre fiyat işletilmekte. Bu durumu bir yere kadar anlayabiliyorum ancak aradaki farklar çoğu yerde uçuruma dönüşüyor. Örneğin Tac Mahal'e bir turist olarak girmek size 1100 Rupee (13 $ ) patlamakta ,bu duruma bir süre canımız sıkılıyor, ancak alışmaktan başka çaremizde yok, kaleden içeriye girdiğinizde doğrudan müze kısmına ulaşıyorsunuz ,müzede kraliyet döneminden kalan araçlar, kılıçlar, eski silahlar ve antika saatleri görebiliyorsunuz ,biz ekip olarak müzeleri çok sevdiğimizden dolayı buradan da yeteri kadar keyif alıyoruz, özellikle Avrupa’da ve Türkiye deki müzeler ile kıyaslandığında ,buradaki müzelerin daha bakımsız ve ilgisiz oldukları bir gerçek ,ancak müzedeki eserler  yeteri kadar iyi. Müzeden yukarı çıkınca Durga tapınağı sizi karşılıyor bu tapınak çok büyük değil burayı gezdikten sonra yakınlardaki Hanuman (Maymun Tanrı) tapınağını da ziyaret ediyoruz. Tapınakların olduğu noktaya çıkınca arka tarafta kalenin arka tarafının Ganj ile bitişik olduğunu görüyorsunuz ,çok küçük bir yerde olmadığımızı fark edip yolumuza devam ediyoruz. Ramnagar Fort'da dikkatimizi çeken başka bir şeyde büyük bir saat oluyor bu saat yılları ,ayları veya günleri göstermiyor bunun yerine güneşi ve yıldızları göstermekte. İnsanlığın günümüzde ulaşmış olduğu evrensel birikime katkı yapmış olan bu astronomik saat geçmişin bize bıraktığı önemli miraslardan birisi. Ramnagar'da yaptığımız kısa zaman yolculuğundan sonra şehrin merkezine dönme zamanı geldi. Bu arada Varanasi'deki kalan günlerimiz azaldı ,listemizde hala eksik noktalar var, şöyle bir check ediyorum  ganj'da bot gezintisi, ölü yakma ghat'ları ,Kashi Viswanath tapınağı ve Buda’nın aydınlandığı, aynı zamanda da Jain’ler içinde kutsal olan Sarnath tamamlanması gereken yerler arasında hala görünmekte.


           Ramnagar'dan ayrılıp tekrar Varanasi ye doğru hareket ediyoruz,bugün sokak lezzetlerinde hedefim Thandai denilen içeceği denemek , bu amaçla Godowlia’da iniyoruz, sokaklarda inek, keçi, maymun, ölü bedenler, köpekler, paan çigneyip tüküren bilimum insan yığını ve yılan oynatıcıları arasından sıyrılarak ilerliyorum, tam yolumun üstünde  bir duvar kenarında tuvalet yapan erkekleri görüyorum ,Hindistan’da sadece erkeklerin kullanabileceği duvar kenarlarında böyle ortak pisuvarlar var ,acil durumda kırınız durumunda olduğu gibi ihtiyaç halinde kullanılan yerler bunlar, tabi bu arada yeri gelmiş iken bayanları da unutmamak lazım , tuvalet ihtiyacı bayanlar için bazen ciddi sorun olabiliyor, böyle bir durumda eli ayağı düzgün bir yer istiyorsanız ,bir restoran veya Kafe’den yardım istemelisiniz veya oteliniz yakınsa hızlıca oraya da gidebilirsiniz, neyse konumuza dönelim ,güç bela Badal Thandai’ye denilen duvarın içinde sıkışıp kalmış dükkana ulaşıyorum ,bu thandai de nedir derseniz ??  badem, kaju, rezene, kakule, gül yaprakları ,fıstık ezmesi, kavun tohumu ve safran ile birlikte soğutulmuş ,üstünden kaymak olan süt bazlı bir içecek, bunu da sadece kış mevsiminde bulabiliyorsunuz ,hemen kalabalığın içinden sayın arkadaşa içine buz koymamasını söyleyip thandai siparişimi veriyorum, sonuç içecek biraz ağır ama kesinlikle çok güzel ve değişik bana göre muhakkak denenmeli. Thandai yi içtik enerjimizi doldurduk ,tekrar hareket etmeye hazırız, bugün son noktamız olan ve Panchganga Ghat’da bulunan Alemgir camisine doğru hareket ediyoruz ,kaosunun içinde dar sokaklardan fırtınalı denizde hareket eden bir kayıkçı gibi süzülüp gidiyoruz , camiye çıkmak için dar bir merdivenden yukarı çıkmak gerekiyor , uzun bir depar dan sonra ana girişe ulaşıyoruz ve ilk fark ettiğim şey caminin minarelerinin olmaması oluyor. Ana avluda küçük bir kulübe gibi bir yerden çıkıp gelen Hintli bir Müslüman bizi güler yüzle karşılıyor ve tanışma faslından sonra beraber gezmeye başlıyoruz ,caminin içi nispeten sade olup, tavana boyanmış bazı basit geometrik desenler ve çiçek desenleri bulunmakta , üst tarafta bir çatı kısmı var görevli bizi oraya kadar çıkartıyor , ghatları bakan en yüksek nokta muhtemelen burası ,görüş açısı bana biraz dar geldi ancak gene de çıkmaya değer. Kuzeydoğuya döndüğünüzde Rajghat'ın yanındaki Malviya Köprüsü'nü ve bulunduğumuz noktadan aşağıya doğru baktığınızda Caminin Ganj nehri boyunca uzanan şehrin siluetine hakim olduğunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Caminin kısa tarihçesi de şöyle ,1663 yılında Varanasi'yi ele geçiren Babür imparatoru Alemgir'in  (Aurangzeb )1673 yılında yıktırdığı antik Bindu Madhav tapınağının temelleri üzerine 1680'li yıllarda inşa edilmiş. İngiliz bilim adamı, oryantalist James Princep Varanasi’de bulunduğu dönemde minarelerin önemli ölçüde dışa doğru eğildiğini keşfetmiş ve 1820'lerde minarelerde bir restorasyon işlemi gerçekleştirmiş ,ancak 1948 yılında muson mevsimi sırasında minarelerden biri çökmüş ve maalesef bilinen en az iki kişi hayatını kaybetmiş ve kalan minare de benzer bir felaketin tekrar yaşanmasından korkulduğu için hükümet tarafından sökülmüş ,özetle minarelerin hikayesi böyle. Camideki kısa gezimizi sonlandırıyoruz ,tabi bu caminin kapısını açmanın ve gezdirmenin bir bedeli olacak ,görevliye hizmetinden dolayı mini bir bahşiş veriyoruz ve aynı zamanda camiye de küçük bir katkıda bulunduktan sonra oradan ayrılıyoruz. Bugün baya bir efor sarf ettik günün son aşamasında çıktığımız uzun merdiven bizi de yordu ve hava kararmaya başladı artık otelimize dönme vakti. Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için güney Hint mutfağının kralı masala dosa için dosa cafe’ye gidip günü sonlandıracağız. Bu haftada Hindu evreninde yapmış olduğumuz kısa gezintiye şimdilik ara veriyorum ve bir sonraki seyahatnamede buluşmak üzere hepinize sağlık ve esenlikler diliyorum.



     Seyehatlerim ile ilgili güncel paylaşımlara erişmek isterseniz instagram ve youtube ‘da yolbizigozler hesaplarını takip edebilirsiniz.