Son dönemde öyle şeyler yaşanıyor, öyle sözler işitiliyor ki bazen donup kalıyorsunuz. Ne söyleyeceğinizi, nasıl hissedeceğinizi bilemiyorsunuz. İçinizde hem bir öfke kabarıyor hem bir acı. Çünkü karşınızda öyle bir tablo var ki; insan ne gülebiliyor, ne de ağlayabiliyor.
Bir süredir garip bir moda aldı başını gidiyor: Görevli olan şikâyet ediyor. Yetkili olan yakınıyor. Sorumlu olan mağduru oynuyor.
Hayır hayır, bir vatandaşın dert yanmasından söz etmiyorum. Bu ülkenin kaderine yön verenlerin, ellerinde imza yetkisi olanların, milyonların kaderini belirleyen makam sahiplerinin şikâyetlerinden söz ediyorum. Çoğu da siyasete kul/köle olmuş bürokratlardan müteşekkil.
Bir bürokrat çıkıyor televizyona, gözlerini kısmış, dudaklarını bükmüş… Diyor ki: “Bu şehirde ulaşım tam bir felaket.”
Bir belediye başkanı kürsüde, sesi titreye titreye anlatıyor: “Gençlerimiz işsiz, kahvehaneler dolu.”
Bir vali açıklama yapıyor: “Madde kullanımı almış başını gidiyor, çok üzülüyoruz.”
Bir okul müdürü mikrofonu tutmuş, gözlüğünü düzeltiyor: “Eğitim sistemi çökmüş durumda, kimse okumuyor artık.”
Peki, bu açıklamaları yapanlar kim sanıyorsunuz? Sıradan vatandaşlar mı? Kahvede oturup okey taşı dizen emekliler mi? Sosyal medyada isyan eden gençler mi? Hayır! Bunları söyleyenler, bu sorunları çözmekle görevli olanlar.
İşte tam burada vicdan devreye giriyor. Çünkü bu bir trajedi değil, bu bir rezalet. Bu bir komedi değil, bu bir sistemsizlik. Bu, görevinin anlamını kavrayamamış bazı imza sahibi kişilerin memleketi nasıl yönetemediğinin belgesidir zannımca.
Düşünün: Yangın var. İtfaiyeci geliyor, ellerini beline koyup alevleri izliyor. Sonra diyor ki: “Gerçekten çok fena yanıyor. Allah yardımcınız olsun.”
Veya bir doktor, acile getirilen hastaya bakıyor ve başını sallayarak söylüyor: “Ne yazık ki bu yaraya yapacak bir şey kalmamış. Gerçekten yazık.”
İşte biz bu ruh hâlini yaşıyoruz. Birileri sorunları çözmek yerine anlatmakla meşgul. Çünkü çözmek zor. Çünkü çözmek bilgi ister, gayret ister, sorumluluk ister ama anlatmak kolay. Mikrofonu tutarsın, birkaç cümle kurarsın, halkın gönlünü aldığını sanırsın. Halk da seni mışıl mışıl uyuyarak dinler.
Fakat unuttuğun bir şey var sevgili yetkili: Halk, seninle dert ortağı olmak için değil, dertlerini çözmen için seni seçti. Çare beklerken çareden kaçanları izliyoruz. Sorumluluğu üstlenmesi gerekenlerin sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranmalarını izliyoruz ve en acısı da şu: Bu ülkede insanlar artık dertlerini kime anlatacaklarını bile bilmiyorlar. Çünkü karşılarındaki herkes dertli rolüne bürünmüş.
O koltuklar şikâyet etmek için değil, çözüm üretmek için var. O makamlar yakınmak için değil, sorumluluk almak için var. Ancak anladık ki bizde o koltuklara oturanlar, ilk fırsatta “ben de mağdurum” deyip kenara çekilmeyi tercih ediyor. “Bana dahi…” diye başlayan cümleyi duyduğunuzda artık konuyu dinlemenize gerek yok.
Unutmayın: Makamlar mazeret üretme yeri değildir. Yetki, dertleşme hakkı vermez; çözüm üretme yükümlülüğü getirir ve hiçbir koltuk, bir insanı şikâyet eden bir seyirciye dönüştürmemeli.
Millet artık dert duymaktan değil, çözüm görmemekten yorgun ve bu millet, yakınanı değil, yakanı söküp atanı alkışlar. Çünkü bu topraklar, ağlamayı değil; çalışmayı bilenleri, sorumluluktan kaçmayanları sever.
Gerisi laf kalabalığıdır.
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Çoban uyursa, kurt kuzuyu kapar. ATASÖZÜ