Size daha önceleri bir köşe yazımda tanıtmıştım Abuzer’i. Hani şu halkın içinde ama biraz dışında yaşayan, derin mevzulara dalan, olup biteni kendi üslubuyla yorumlayan Abuzer… Onu bilmeyenler “deli” der, bilenler ise onun sözlerinde gizli bir hakikat arar. Dün yine karşılaştık. Gözleri her zamanki gibi derinlere dalmış, yüzünde o hafif alaycı gülümsemesiyle tuttu kolumdan, kendine çekti. Uzun uzun baktı evvel. Ramazan olmasa yakacaktı bir dal cigarasından.
“Memleketimizde ahval ve şerait nedir muharrir?” dedi. Anladı yine "biriktirmiş içinde, konuşacak çok şeyi var" dedi. Ayaküstü 15-20 dakikalık bir sohbet ettik. O anlattı, ben dinledim. Söylediklerinin çoğunu zaten biliyordum ama onun ağzından duyunca, bir kez daha idrak ettim. Konuşmanın sonunda gözlerini dikti bana, sanki içimi okur gibi bir edayla, “Yazsana şunu, yazsana madem bunu… Yazamazsın evladım, yazamazsın!” dedi ve yüzüne taktığı ekşi erik yemiş adam suratı maskesiyle hızla yanımdan uzaklaştı. Arkasından seslendim, "Giderken bir eyvallah der insan." Güldü geçti...
Memlekette yazılacak o kadar çok sorun var ki… Ama ahlaksızların, edepsizlerin, arsız ve namussuzların ayak oyunlarına maruz kalmamak için çoğu insan konuşmuyor, ses etmiyor. Yazarçizer tayfası da konuları yüzeysel geçiştirip işin içinden sıyrılıyor. Çünkü bilinir ki meseleleri deşmeye kalkarsan, dikenli tellerle çevrili bir alana girmiş olursun.
Halkın sağlığıyla oynandığında bunu haber yapan kabahatli olurken, halkın sağlığını hiçe sayanlar koruma kalkanı altına alınıyor mesela. Bir namussuzluk ortaya çıkınca, bunu yazan kişi türlü suçlamalarla itham ediliyor. Trafikte kazalara davetiye çıkaran çukur dolu yolları haber yapıyorsun, ama suçlu yine gazeteci oluyor. “Neden yazdın?” diyorlar. “Bırak kalsın, yazsan ne olacak?” diye ekliyorlar.
Kanunlarda yeri olmayan, hatta yapıldığında cezai müeyyideye tâbi tutulması gereken işler göz göre göre yapılıyor ama biri kalkıp bunu yazsa, kabahatli o oluyor. O andan itibaren hakkında türlü iddialar üretiliyor. “Hain” damgası vuruluyor, “terör destekçisi” yaftası yapıştırılıyor. İnsan kendine sormadan edemiyor: Haksızlığa karşı çıkmak ne zamandan beri suç oldu?
Evli barklı, çoluğu çocuğu olan hayâsızlar milletin karısına kızına yan gözle bakıyor, biz çıkıp “Hovarda” başlığıyla yazılar yazıyoruz, millet eğleniyor. Öyle ki “Magazin bunlar şekerim” diyen bile oluyor. Televizyonlarda ahlaksızlığı normalleştiren diziler, hırsızlığı meşru gibi gösteren sinema filmleri, sanat diye pazarlanan ruhsuz iniltiler popüler kültürün zirvesinde yer alıyor. Korku filmi gibi! Cehaletin vardığı son nokta!
Buna “dur” demek de kabahat sayılıyor artık! Bizim Abuzer’in “Yazamazsın evladım” derken kastettiği de bu olsa gerek. “Yazsan da suya yazmış olursun” diyor erenler…
Ama biz yine de yazacağız. Suya da yazsak, etkisi pek az da olsa gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. Çünkü güneş bir gün öyle bir doğar ki üzeri pislikle kaplı ne varsa apaçık ortaya çıkar. O gün geldiğinde, bugün sustuğunu sananlar dahi gerçeğin nasıl gözler önüne serildiğine şahit olacaktır. İşte bu yazının en büyük sebebi de budur: Kabahat işlemeye devam edenlere, onları gören, bilen, duyan ve hakikati gün gibi aşikâr eden Hakk’ın olduğunu bir kez daha hatırlatmaktır!
Kur’ân’ı Kerim’in Yasin Suresi 65. ayetinde Allah, “O gün, zâlimlerin ağızlarına mühür vurup kapatacağız; elleri dile gelip Bize tüm olup bitenleri anlatacak, ayakları da yapmış oldukları her şeye şâhitlik edecek. Hâl böyleyken, nasıl hâlâ inkârda diretebiliyorlar? Hiç düşünmüyorlar mı ki?..” diye buyurmakta…
Sevgiyle kalın…