Bir Kastamonu türküsü şöyle başlar:
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
"Düşman Çanakkale'ye dayandı!" dediklerinde, evini barkını, tarlasını, sapanını, eşini, çocuğunu, anasını geride bırakıp, ardına bakmadan yollara düşen kahramanların türküsüdür bu!
Türkü değil, çağlar öncesinden çağlar sonrasına uzanan bir destanın sözleridir bunlar.
Çanakkale içinde vurulanların, ölmeden mezara koyulanların kanlarıyla yazdıkları bir destan!
Bir asır önce, Çanakkale sularına ve topraklarına şehit verdiğimiz 253 bin vatan evladının, yani bir hilâl uğruna batan güneşlerin destanı!
Hür ve bağımsız olarak yaşamamızı sağladıkları için onlara minnet borçluyuz.
O gün, üzüm hoşafını ekmeklerine katık edip, yedi düvele karşı savaşanlar onlardı…
İlâyı Kelimetullah uğruna üç kıtada at koşturan, yedi deryada donanma gezdiren ecdadın torunları “Din-i İslâm tehlikede!” dediklerinde her biri bir Hamza, bir Ali, bir Ömer oldular.
Her biri, bir Osman, bir Fatih, bir Yavuz oldular.
Çanakkale’de etten bir duvar örerek “Çanakkale Geçilmez!” diye bir destan yazdılar ki kıyamete kadar okunsun diye…
“Bin yıllık Türk yurdu Anadolu’ya düşman girmiş!” diye duyduklarında;
Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur
Sinem özüm ateş ile doludur
İnsan olan vatanının kuludur
Türk evladı evde durmaz giderim.
Böyle dediler ve hiçbir zaman dönmeyi düşünmeden gittiler.
O yıl, İstanbul Lisesi, Kayser Lisesi, Konya Lisesi mezun vermedi; fidan gibi kınalı yiğitler Conk Bayırı’nda, Gelibolu’da, Anafartalar’da, Arıburnu’nda, Seddülbahir’de uçmağa erdiler.
Bir kahraman takım ve Yahya Çavuş'tular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şahâne erleri
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular.
Ezineli Yahya Çavuş'un bugün kitabesinde böyle yazar; ama bir İngiliz tarihçisi, "Yahya Çavuşların destanlarını yazmak için bu sözler yetersizdir." der.
O gün, “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum!” diyen bir Mustafa Kemal ve bu emri aldığında gözünü kırpmadan hücuma geçen bir 57. alay vardı. Hepsi cennete uçtular.
Alay sancağını Avustralyalılar bir ağacın dalından alarak ülkelerine götürdüler. Melbourne şehrindeki bir müzede, altına şunları yazarak yıllarca sergilediler.
“Bu alay sancağı Gelibolu savaş alanından getirilmiştir ama tutsak edilememiştir, çünkü Türk ordusunun milli geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın sonuncu eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızının da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alay Sancağı’nı selamlamadan geçmeyiniz.”
Çanakkale, Türk’ün vatanın sevgisinin ve istiklal duygusunun tüm dünyaya gösterildiği yerdir.
Çanakkale, Türk'ün kalbine hançerini sokmak isteyenlerin ayaklarımızın dibine düştükleri yerdir…
Çanakkale, hilâl’in haç’a; mânâ’nın madde’ye galip geldiği yerdir…
Çanakkale, zafer güneşinin bahtımıza doğduğu yerdir…
Çanakkale, bir hilâl uğruna güneşlerin battığı yerdir…
Çanakkale 1315 (1897) doğumluların destanıdır…
Hey on beşli on beşli
Tokat yolları taşlı
On beşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Henüz 18 yaşlarına basmadan, okul sıralarından kalkıp gidenlerin ve bir daha dönmeyenlerin destanıdır…
Dualarla, Fatihalarla, rahmet dileklerimizle, minnet duygularımızla şehitlerimizi bir kere daha anıyoruz.
Âkif’in dediği gibi, mezar taşı olarak Kâbe’yi başlarına diksek, gök kubbeyi onlara türbe yapsak “aziz hatıraları için yine bir şey yapabildik” diyemeyiz.
O zaman, yine Âkif’in diliyle seslenelim:
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber!