Acılarımızı, kederlerimizi, sevincimizi, coşkumuzu, tarihimizi ve daha nice ortak duygularımızı içerisinde barından türkülerimiz, milletimizin ortak hafızası...

Acılarımızı, kederlerimizi, sevincimizi, coşkumuzu, tarihimizi ve daha nice ortak duygularımızı içerisinde barından türkülerimiz, milletimizin ortak hafızası olma görevini üstlenmektedir. Pek çoğu bilmese de “Türkî” kelimesi “Türk’e ait olan” anlamındadır ve uzun zamanlar kullanımı sebebiyle “türkü” hâlini almıştır. İsmiyle dahi bize bu kadar ait olan nazım biçimini tanımak ve bilmek üzerimize düşen vazifelerden biridir. Başlangıçta bir kişinin yaratmasıyla ortaya çıkan türküler, bir süre sonra anonimleşir ve toplumun ortak malı olur. İnsanımız sevdasını, sevgisini, sevincini, tasasını, yiğitliğini, hüznünü, kederini, umutlarını kısacası hayatının büyük bir bölümünü türkülerle dile getirir. Yaratıldıkları anda bestelenen ve çeşitli yollarla yurdun her yanına yayılan türküler, aynı zamanda insanımızın yaşam biçimini, sanat gücünü, dünya tasavvurunu ve milli konularını da yansıtır. Türkü kültürümüzün içerisinde yeri yadsınamaz derecede mühim olan, Anadolu’da bin yıldan beri devam eden âşıklık geleneğini devam ettiren ozanımız Âşık Veysel Şatıroğlu, “Ayrı düştüm vatanımdan ilimden/ Kuş olsan da kurtulmazdın elimden/ Eğer görsem idi göz ile seni” dizelerini söyleyerek duygularını yalın, açık ve samimi bir dille ifade etmiştir.

UNESCO 2023 yılını Âşık Veysel’in vefatının 50. Yıl dönümü olması sebebiyle “Âşık Veysel’i Anma ve Kutlama Yılı” ilan etti. Âşık Veysel, yedi yaşına girdiğinde Sivas’ta çiçek salgını yaygınlaşır; kendisi de bu hastalığa yakalanır. O günleri şu şekilde anlatmaktadır: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.” İki gözü de görmeyen âşık, babasının Ortaköy’deki Mustafa Abdal tekkesinde kendisine aldığı üç telli kırık saz ile günlerini geçirmeye başlamıştır. İlk başlarda çok acemi olması, diğerleri gibi saz çalamaması şevkini kırmıştır ancak babasının ısrarıyla ve kendisinin de yavaş yavaş saza hâkim olması sebebiyle ilerleyen senelerde iyi saz çalan bir usta olmuştur. Âşık Veysel, yirmili yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi usta malı (usta ve ünlü âşıkların koşukları) şiir okuyan halk ozanı olmuştur. Pek çok sanat faaliyetine, okul ve askeriyelerde sayısız konsere katılan Veysel’in ömrünün belli bir bölümü de Köy Enstitüleri’nde öğretmenlik yapmakla geçmiştir. Gözünün kör olması, şiirlerindeki doğal söyleyiş, ezgilerinin orijinal oluşu ve seçtiği konular sebebiyle kendine has, özgün bir şöhrete ulaşmıştır.

Âşık Veysel, şiirlerini her zaman halk dilinde ve hece ölçüsüyle yazarak insanlara ulaştırmıştır. Bir gün kendisine sorarlar: “Âşık türkülerinin değişik sazlarla ve sözlerle çalınıp söylenmesi hakkında ne düşünüyorsun? Türkülerini Batı kıyafeti içerisinde nasıl buluyorsun?” Bu soruya hiç kimseyi kırmayacak incelikte cevap verir: “Sütten yoğurt da yapılır, peynir de, ayran da, yağ da!.. Ben, bizim halk geleneğimizden süt sağmaya çalışıyorum. Benim şiirlerim anamızın sütüne benzesin istiyorum. Ben sütü seviyorum. Ortaya bir bakraç süt koymaya çalışıyorum. Bazıları benim sütümü alıp yoğurt yapıyorlar. Bazıları da o yoğurdu ayran hâline getiriyorlar. Bazıları yağ, peynir yapmayı düşünüyorlar. Onlara ‘yapmayın’ diyemem. Sütün tadı başkadır. Yoğurdun, ayranın, peynirin, yağın tadı başka. Yani süt benimdir, yoğurtla ayran başkalarının.

Âşık Veysel Şatıroğlu’nun yaşamını özetlemek için en uygun ifadeyi Erdoğan Alkan kullanmış dersem yerinde olur. Erdoğan Alkan, Âşık Veysel’in yaşamını şu şekilde betimlemiştir: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terk eder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür. Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”

“Ben giderim adım kalır/ Dostlar beni hatırlasın…/ Veysel gider adı kalır/ Dostlar beni hatırlasın.” Diyen âşıklık geleneğimizin büyük ustası, şairimiz Âşık Veysel’i vefatının 50. Yıl dönümünde özlemle ve rahmetle anıyoruz.