İlkçağ filozoflarından Demosthenes, zengin bir kılıç ustasının oğludur. Yedi yaşındayken babası büyük bir miras bırakarak ölür; ancak Demosthenes 18 yaşına kadar bu mirastan yararlanamaz.
On sekiz yaşına geldiğinde ise babasının mirasından çok az bir şey kalmıştır. Diğer varisler geçen on bir yılda har vurup harman savurmuşlardır. Demosthenes haksızlığa uğradığını düşündüğü uzun mahkeme süreçlerinde hatip olmaya karar verir. Fakat çok önemli bir sorun vardır; doğuştan kekemedir, zor konuşuyor; konuştuğu zaman da ne dediği anlaşılmıyordu.
Demosthenes sesini geliştirmek için yeraltında bir çalışma odası inşa ederek çalışmalara başlar. Dışarı çıkamamak için başının yarısını tıraş ettirir. Büyük bir aynanın önünde konuşma pratikleri yapar.
Ağzında küçük çakıl taşları ile konuşur ve koşarken nefes nefese kaldığında yüksek sesle şiirler okuyor. Sahillerde fırtınalı havalarda denize karşı bağıra çağıra nutuklar atar, mağaralara, dağlara, taşlara konuşur.
Zamanla Demeosthenes’in konuşması düzelir ve çağının en iyi hatibi olur. Gün gelir etkileyici konuşmaları ile kitleleri peşinden sürükler, avukatlık yapar, mahkemelerde davası olan kişilere savunma metinleri yazar.
Yine bir gün bu konuda halkın karşısında konuşurken sözlerinin dinlenmediğini anlayan Demosthenes, gürültü eden Atinalılara karşı sözlerine şöyle devam eder:
“Konuşmamı bitiriyorum, fakat size birkaç cümlelik bir hikâye anlatacağım: Vaktiyle bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adam da aynı yere işi düştüğü için birlikte yola çıkmışlardı. Konuşa konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırmıştı. Biraz dinlenmek ve öğle yemeğini yemek için birlikte bir su başına çökmüşler. Ama ortalıkta gölge edecek bir şey olmadığından eşeğin sahibi, eşeğinin gölgesine sığınmış.
Eşeği kiralayan genç bunun üzerine, ‘Sen çekil ben oturacağım oraya’ demiş.
Öteki, ‘Ne münasebet, eşek benim’ deyince kiracı, ‘İyi ama onu ben kiraladım.’ diye itiraz etmiş.
‘Ben eşeği kiraya verdim, gölgesini değil’ demiş eşek sahibi. Derken aralarında kavga çıkmış.”
Demosthenes, sözün tam burasında kürsüden iner.
Halk merakla “Sonra ne olmuş, hikâyenin sonunu neden anlatmıyorsun?” diye söylenmeye başlayınca yeniden kürsüye yönelir ve “Ey ahali! Sizin iyiliğiniz için laf edeyim dedim, dinlemediniz. Fakat iş bir eşeğin gölgesi olunca bakıyorum da fazlasıyla dikkat kesiliyorsunuz!” der.
Buna benzer bir hikâye de Türk mizahının ölümsüz ismi Nasrettin Hoca külliyatı içinde yüzyıllardır anlatılagelir.
Birgün, Nasrettin Hoca, camide bir vaaz verirken cemaatten bir kısmının esnediğini, bir kısmının da uyukladığını fark eder. Halbuki çok önemli bir konuda çok önemli bilgiler vermektedir.
Hoca bakar olacak gibi değil, vaazı bırakır ve şöyle konuşmaya başlar:
“-Bir sabah, Akşehir´den dışarı çıkmıştım. Bir de ne göreyim! Çayın kenarında dört ayaklı ördekler su içiyorlardı.”
Dört ayaklı ördek sözünü işiten cemaat, gözlerini açarak Nasrettin Hoca´yı dikkatle dinlemeye başlar.
Hoca:
“-Yahu! Siz nasıl adamlarsınız. Deminden beri size vaaz ediyorum, önemli şeyler söylüyorum, uyukluyorsunuz da kuyruklu bir yalan uydurunca hepinizin gözleri açılıyor.” der.
Bugüne gediğimizde değişen bir şey yok. Binlerce yıl önceki insanın tutum ve davranışları ne ise günümüz insanının tutum ve davranışları da o.
Yapılan araştırmalar, televizyonlarda eğitici programların, kültür ve sanat programlarının, belgesellerin magazin programlarından daha az seyredildiğini ortaya koyuyor.
Sosyal medya platformlarında en çok beğeni alan en çok yorum yapılan paylaşımlar yine magazin içerikli paylaşımlar değil mi?
Sosyete dedikoduları, yemek tarifleri, ünlülerin özel hayatları ve yaşam biçimleri, cinsel içerikli programlar ve paylaşımlar insanımızın ruh dünyasını ahtapot gibi sarmış durumda.
Demek ki yüzyıllar geçse de insanoğlunun fıtratından gelen içgüdüsel davranışlar değişmiyor ya da “müesses nizam” dediğimiz kurulu düzen öyle olmasını istiyor.