Bugünkü yazımın tamamı Doç. Dr. Şafak Nakajima’ya ait. Yazının başlığı: ‘Hegemonya: Gönüllü Kabul Ettirilen Düzen’
Antonio Gramsci, 20. yüzyılın başlarında yaşamış bir İtalyan düşünür ve Marksist teorisyendi. Hayatı boyunca baskıya, sansüre ve ağır şartlara maruz kaldı. Mussolini rejimine karşı çıktığı için 1926’da tutuklandı ve ağır sağlık sorunlarına rağmen 11 yıl hapiste kaldı. Faşist savcı, Gramsci için “Bu beynin yirmi yıl boyunca çalışmasını durdurmalıyız” demişti. Ancak tam aksine, Gramsci hapishanede yazdığı Hapishane Defterleri ile toplumsal yapıyı ve iktidarın işleyişini anlamak için en önemli eserlerinden birini ortaya koydu.
Gramsci’ye göre iktidar yalnızca baskı ve zorla sürdürülemez, aynı zamanda insanların rızasıyla da devam eder. Egemen sınıf, yönetme gücünü sadece ekonomi ve siyaset yoluyla değil, kültürel ve ideolojik araçlarla da korur. Buna hegemonya denir. Fakirliğin halk tarafından nasıl kabullenildiğini anlamak açısından bu kavram önemlidir.
Egemen sınıf, fakirliği kaçınılmaz bir sonuç olarak göstermekle kalmaz, aynı zamanda onu doğal ve hatta hak edilmiş bir durum gibi sunar. Eğitim sistemi, medya, din, ahlak anlayışı ve gündelik hayatın içinde yerleşmiş söylemler, fakirliğin bir kader olduğu fikrini besler. “"Hesabı en zor olan zenginlerdir.", “Sabreden derviş muradına ermiş”, “Azıcık aşım kaygısız başım” gibi sözler, insanlara yoksulluğu bir yaşam biçimi olarak kabul ettirmenin araçlarıdır. Böylece insanlar, içinde bulundukları durumu sorgulamaktan çok, ya kadere boyun eğmeye ya da kişisel bir eksiklik olarak görmeye yönlendirilir.
Hegemonya, sadece baskıyla değil, insanların bilincine işlemiş düşünce kalıplarıyla işler. Fakirlik, sistemin ürettiği yapısal bir sorun olmasına rağmen bireysel bir başarısızlık gibi anlatılır. “Daha çok çalış, daha az harca, tasarruf et” gibi söylemler, yoksulluğun bireyin kendi hatası olduğu algısını güçlendirir. Oysa ekonomik sistem, bazılarını zengin etmek için bazılarını fakir bırakmak zorundadır.
Eğitim bu sürecin bir parçasıdır. Çocukluktan itibaren insanlara mevcut düzenin değişmez olduğu öğretilir. “İyi bir hayat istiyorsan çok çalışmalısın” denir ama bu çabanın herkesi aynı noktaya götürmeyeceği gerçeği gizlenir. Medya da bu algıyı destekler. Fakir insanlar tembel ya da başarısız olarak sunulurken, zenginler zeki ve çalışkan gösterilir. Dizilerde, reklamlarda ve haberlerde hep aynı mesaj tekrarlanır: “Eğer fakirsen, bu senin suçun.”
Gramsci’nin hegemonya kavramı, fakirliğin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel bir mesele olduğunu ortaya koyuyor. İnsanlar, kendilerine dayatılan bu düşünce kalıplarını sorgulamaya başlamadıkça, sistemin değişmesi zordur. Bu yüzden, mücadele yalnızca ekonomik eşitsizliğe karşı değil, bunu meşrulaştıran düşünce sistemine karşı da verilmelidir.
Değil bu mücadeleyi vermek, bu adaletsizliği dile getiren ve düzelmesini isteyen insanları anarşistlikle ya da bilmediğiniz, anlamadığınız, kulaktan dolma bir çok kavramla itham edip suçlarsanız, bu hegemonya daha çoook sürer. Hegemonya ne diye sorarsanız da; sen eşekliği kabul edersen daha çooook semer vuran olur.
NE OKUMALI
Knut Hamsun ‘Açlık’
NE İZLEMELİ
Yönetmenliğini Vittorio De Sica'nın yaptığı ‘Bisiklet Hırsızları’