Mısırlı kadınlar, Hz. Yûsuf'un güzelliğini görünce ellerindeki bıçaklarla elma yerine kendi parmaklarını keserler. Bu olay, Hz. Âişe validemizin yanında anlatıldığında o, Medineli kadınlara şöyle der: "Hz. Yûsuf'u görenler güzelliğine dayanamayıp ellerini kesmişler. Bir de benim efendimi görselerdi... Allah'a yemin olsun ki dayanamaz hançerlerini yüreklerine saplarlardı."
İşte güzeller güzeli, ahlâk ve fazilet timsali Hz. Muhammed'in ahlâkı, Kur’ân-ı Kerîm’de, Kalem sûresinin 4. âyet-i kerîmesinde; "Şüphesiz ki sen yüce bir ahlâk üzerindesin." buyrularak methedilmiştir. Methedicisi Allah olanı methetmek, elbette ki mümkün değildir.
Onun ahlâkı Kur'an'dı
Kendisine Resûlullah'ın ahlâkını soran bir sahabeye Hz. Âişe, "Sen Kur'an okumuyor musun?" diye karşılık vermiş. "Okuyorum." cevabını alınca, "İşte onun ahlâkı Kur'an'dı." demiştir.
Kelâmın en üstünü ve en güzeli şüphesiz Allah kelâmı olduğu gibi, ahlâkların en üstünü, en güzeli de Peygamber Efendimiz'in ahlâkıdır.
Servete, şöhrete ve debdebeye asla itibar etmedi
Tarihte birçok devlet başkanı, başa geldiği zaman saltanatıyla gururlanmış, devletin bütün imkânlarını kendi çıkarları için kullanmış ve debdebeli bir hayat sürmüştür. Şeref ve fazileti kimi şöhretin cazibesinde, kimi servetin ihtişamında, kimi de siyaset âleminde aradı.
Hâtemü'l-Enbiyâ dünya malına asla değer vermedi. Ne yumuşak yataklarda yattı, ne leziz yemekler yedi ne de ihtiyacından fazla bir kat elbise giydi.
Hz. Ömer, şöyle anlatıyor: “Bir gün Allah Resûlünü ziyarete gitmiştim. Hizmetçisinden izin istedim ve içeri girdim. Allah Resûlü bir hasır üzerine yattığı için, yüzüne hasırın izleri çıkmıştı. Tahtadan yapılmış olan dolaba baktım; bir tasın içinde sadece biraz arpa vardı. Bu manzara karşısında duygulandım, gözlerim doldu ve kendisine:
"Ey Allah’ın Resûlü! Kisralar ve Kayserler saraylarında lüks ve rahat içinde yaşarlarken sen burada sıcağın altında, mübarek vücuduna hasırın izleri çıkmış olarak yatıyorsun. Hâlbuki sen Allah’ın Resûlüsün. Müsaade etsen de sana bir yumuşak yatak yaptırsak.” dedim.
Allah Resûlü tebessümle yüzüme baktı ve şöyle buyurdu: “Dünya benim neme gerek Ya Ömer! Dünya onların, âhiret ise bizim olsun. Sen buna razı olmuyor musun?”
Hayatı boyunca kimseyi aldatmadı
Aldatmak, yalan söylemek İslâm’ın özüne aykırıdır. Çıkarları için insanları kandıranlar Müslüman olamazlar.
Bir gün Medine pazarında dolaşırken yiyecek malzemesi satan bir adama uğramıştı. Allah Resûlü satılan yiyecek maddesinin içine elini soktu. Bir de baktı ki, çuvalın altı ıslak. “Bu ne, ey yiyeceğin sahibi?” diye sordular.
Adam, “Yağmur isabet etti, ey Allah'ın Resûlü.” diye cevap verdi.
Resûlullah aleyhisselâm, “Yaş olan tarafını üstüne koysaydın da insanlar görselerdi.” dedikten sonra, “Aldatan kimse benden ve benim ümmetimden değildir.” buyurdular.
Hayâ, onun en büyük ziynetiydi
Onun hayatı, edeple taçlanmış örnek bir hayattır. Biri musafaha etmek üzere elini uzattığında, o kişi elini çekmedikçe kendi elini çekmezdi.
Önünde oturan birine karşı ayaklarını uzatarak oturduğu görülmemiştir.
Hiç kimsenin bir başkasının kusurunu araştırmasına ve ardından konuşmasına izin vermezdi. Utangaçlıktan dolayı birini azarlayan bir adama, "Bırak onu, hayâ imandandır." buyurmuşlardır.
O, bir şefkat Peygamberiydi
Yaşadığı kutlu zaman dilimi içinde hep ümmetini düşündü; dünya ve âhirette ümmetini saadete götürecek yolları tebliğ etmekle ömrünü tamamladı.
Çok ağır hakaretlere maruz kaldığı bir gün, bir meleğin, dağı kaldırıp ona eziyet eden kavmin tepesine indirebileceğini söylediğinde ellerini kaldırarak:
“Rabbimin, onların neslinden kıyamete kadar şirk koşmayacak, ibadet edecek birilerini çıkaracağını ümit ediyorum.” dedi.
Mübarek vücudunu kan revan içinde bırakanlara, boğazını sıkanlara, yoluna dikenler serpenlere, Tâif’te kendisini taş yağmuruna tutanlara bile beddua etmedi; onların hidayeti için dua etti.
O, bir rahmet Peygamberiydİ
Uhud’da mübarek dişi kırılıp yüzüne miğferinin bir parçası saplandığında Ashâb-ı Kiram’dan bazılarının Kureyş müşriklerine beddua etmelerini istemeleri üzerine;
“Ben lânetleyici olarak gönderilmedim, ben doğru yola davet edici ve rahmet olarak gönderildim. Allah’ım, kavmime hidayet et; zira onlar beni bilmiyorlar.” niyazıyla İlahî gazâbın önüne geçti.
Şefkat ve merhamet sahibiydi
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz." derdi. Bir gün yaşlı bir kadın gelerek, "Ya Resûlallah, cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.
Fahr-i Âlem, "Sen bilmiyor musun, ihtiyarlar cennete giremez." deyince, kadın ağlayarak arkasını dönüp gitti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, tebessüm ederek sahabeden birine, "Gidin ona yaşlı haliyle cennete giremeyeceğini, ancak genç bir kadın olarak girebileceğini söyleyin." dedi.
Kâinatı şereflendirdiğinde ilk sözü ümmetini dilemek olan Allah Resûlü, kıyamet günü son sözünün de yine ümmeti için şefaat dilemek olacağını bize haber vermiştir.
Sonuç olarak, Âlemlerin Resûlü, konuşmasıyla, davranışıyla, duruşuyla, tüm yaşantısıyla örnek bir şahsiyetti.
Ahmet Yesevî'nin dilindeki "hikmet" de O'dur; Mevlânâ'nın dilindeki "rahmet de O'dur.
Yûnus Emre'nin dilindeki "aşk" da O'dur; Hacı Bektaş Veli'nin dilindeki "şefkat" de...
Gökteki yıldızlar, çöldeki kumlar sayısınca O’na salât ü selâm olsun!