Günümüzde “hakikat” yerine “gerçek” kelimesi kullanılsa da ben “hakikat” kelimesinin daha geniş kapsamlı anlamlar taşıdığını düşünüyorum. Nitekim felsefeciler “gerçek” ile “hakikat”in aynı olmadığını, nesnel gerçekliğin insan zihninde somutlaşmış halinin hakikat olduğunu söylerler.
Tasavvufta hakikat “seyr-i sülük” denilen manevi yolculukta son mertebe olan mârifet’ten önceki mertebedir ki bizim bu konuda kalem oynatmamız haddimize değildir. Konumuz maddî âlemin hakikatleridir.
Hakikat “var olan” “doğru olan” şeydir. Hakikat-insan ilişkilerini şu gruplandırmalar altında inceleyebiliriz:
Hakikati arayanlar: Bunlar hakikat yolcularıdır. Fellik fellik hakikat aramakla ömrünü geçiren bir gruptur. Felsefî ve mistik takılırlar. Onlar için her son bir başlangıçtır; menzile ulaştıklarında yeni bir hakikatin peşine düşerler. Kutsal bildikleri sonsuz bir yolculukta ömürlerini tüketirler.
Hakikati görmeyenler: Bunlar hakikati görmeyen, hattâ görmek istemeyen bencil kişilerdir. Sayıları çok değildir. İstedikleri takdirde hakikati tüm ayrıntılarıyla kavrayabilecek kapasiteye sahiplerdir. Günlük yaşarlar, gelecek kaygıları yoktur. Başkalarının dertleriyle dertlenmek, hakikatin peşinde koşarak rahatlarını bozmak istemezler.
Hakikati göremeyenler: En temiz gruptur. Geri kalmış toplumlarda sayıları fazla, ileri toplumlarda azdır. Aklî melekeleri, geçmişe ait bilgi ve birikimleri, içinde bulundukları sosyal ortam vb. sebeplerle isteseler de hakikati göremezler ve bilemezler. Genellikle çevrelerindeki kişilerin yönlendirmesiyle hareket ederler; ya da toplumun genel eğilimine, yani çoğunluğa ve geleneğe uyarlar.
Hakikati gördükleri halde söylemeyenler: Bunlar sinsi, kurnaz ve çıkarcı gruplardır. Hakikati en iyi bilen ve görenlerdir; fakat görmezlikten ve bilmezlikten gelirler, söylemek istemezler. Çok sıkışırlarsa bütün hakikatleri inkâr ederler. Kişisel çıkarlarını korumaları için böyle yapmaları gerekir; fakat bilmezler ki hakikatlerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.
Hakikati gördükleri halde söyleyemeyenler: Bunlar aciz ve korkaklardır. Gaflet içindedirler. Hakikati görürler, bilirler, söylemek isterler; ancak söyleyemezler. O güne kadar elde ettikleri kazanımlarını kaybetmekten ya da birilerinin tekerine çomak sokacakları için başlarına kötü şeyler geleceğinden korkarlar. Bunlardan ne köy olur ne kasaba!..
Hakikati saklayanlar ve çarpıtanlar: Bunlar görevli ve talimatlı gruplardır. Hakikat cellatlarıdır. Dalâlet içindedirler. Önüne yalan ve dolandan kalın bir duvar örerek ya da üzerine kara bir örtü sererek hakikati halktan gizlemeye çalışırlar. İkiye ayrılırlar: Birinci grup hakikati sadece saklar; ikinci grup sakladıkları hakikatin yerine sanal bir hakikat uydurarak hakikati çarpıtır. Toplumsal algı oluşturan bu ikinci grup daima gücün emrinde olup zamana ve mekâna göre saf değiştirebilen “oynak” bir gruptur. Hakikati öldürüp cenaze namazını kıldıranlar da bunlardır.
Hakikati haykıranlar:
Erdemliler, cesurlar ve adanmışlar grubudur. Genellikle olağanüstü durumlarda ortaya çıkarlar ve her şartta hakikati haykırmaktan geri durmazlar. Yaşadıkları devirde sayıları oldukça azdır; fakat tarih bunların destansı mücadeleleri ile doludur. İstibdat dönemlerinde ömürleri kısa olur. Çünkü onlar celladın can alıcı ipini zillet zincirine tercih ederler. “Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık” yapmazlar. Hakikati haykıranlara selâm olsun!