Coğrafyamız tarihin farklı dönemlerinde çeşitli acılarla imtihan olmuştur. Bu acıların içerisinde deprem afetinin yeri yadsınamaz. 1983...

Coğrafyamız tarihin farklı dönemlerinde çeşitli acılarla imtihan olmuştur. Bu acıların içerisinde deprem afetinin yeri yadsınamaz. 1983 yılında Erzurum’da, 1991 yılında Erzincan’da, 1999 yılında Kocaeli ve Düzce’de, 2002 yılında Afyonkarahisar-Sultandağı’nda, 2003 yılında Bingöl’de, 2011 yılında Van’da ve 2020 yılında Elazığ’da son derece yüksek şiddette depremler meydana geldi. Depremin meydana geldiği şiddet ölçülebilirken gerisinde bıraktığı acıların ölçümü ne yazık ki mümkün değil.

Millet olarak yaşadığımız bu zor günlerde deprem afeti bizleri bir hayli derinden etkilemiş durumda. Hele ki 783.562 km² yüzölçümüne sahip ülkemizin %42’sini (328.995 km²) deprem bölgelerinin oluşturduğunu göz önüne alırsak deprem gerçeği ile yaşayabilmenin ne kadar hayati bir önem arz ettiğini kavramış oluruz. Bununla birlikte deprem gerçeği ile yaşayabilmek beraberinde sorumluluk olarak bizlere neleri getiriyor biraz da onun bilincinde olmalıyız. Deprem çantasını hazırlayıp evlerimizde depremi beklemekle maalesef deprem gerçeği ile yaşamış, tedbir almış olmuyoruz. Kaldı ki depreme evlerimizde yakalanacağımızın, hazırladığımız deprem çantalarının da yanımızda olacağının bir garantisi yok. Deprem gerçeği ile ancak ülkece bir olarak hareket edersek mücadele edebiliriz. Nasıl mı? Evin yapılacağı yerden tutun da binanın kat sayısına, yapımında kullanılacak olan malzemeden kolon sayısına, zemin kalitesine kadar birçok etken bulunmaktadır. Tabii bununla da sınırlı değil maalesef. Sağlam binalarda çalıştığı halde kolonları kestiği için enkaz altında kalan ve beraberinde bütün bir apartmanın yıkılmasına sebep olan insanlara da şahit olduk ne yazık ki. Bize her şeyden önce bilinç lazımdır ki deprem gerçeğinin farkında olarak davranalım ve güvende yaşayalım/yaşatalım. “Benim evim deprem bölgesinde değil, güvendeyim.” demekle üzerimize düşen sorumluluklardan kurtulmuş olmuyoruz. Çünkü sevdiklerimizin, akrabalarımızın, arkadaşlarımızın ve daha nicelerinin ne zaman, nerede, nasıl bir vaziyette depreme yakalanacağını öngöremiyoruz. Kaldı ki bunu öngörebilsek bile memleketimizde hiç tanımadığımız insanların acılarını kendi acımızmış gibi hissettik, her ölüm haberinde onlarla birlikte ağladık, her kurtarılma haberinde onlarla birlikte mutlu olduk.

Millet olarak biliyoruz ki birimizin acısı hepimizin acısıdır. Türk milleti olarak birbirimize gönülden bağlı olduğumuz için depremin ilk anından itibaren yardımlarımızı seferber ettik, sırt verdik, bir olduk. Halen de bu yardımlara gücü yeten, yettiğince yardım etmeye devam etmektedir. Bu sayede depremin yaralarını hep birlikte saracağız. Yaşanan depremler sebebiyle düşmana teslim olmuşçasına yerle bir olan onlarca şehrimizi, yitip giden binlerce insanımızı görmek hepimizi derinden yaraladı. Millet olarak farkındayız ki insanın evi yıkıldığında değil, memleketi yıkıldığında evsiz kalır. Çünkü hiç kimsenin evinin yıkılması memleketinin yıkılması kadar ağırına gitmez.