Paraları çok kıymetli. Bugün neredeyse 1 pound 45 lira. Markete gidip bir şey almış ve 5 pound vermiştim. Kasiyer kız parayı havaya kaldırıp baktı, elinde evirdi çevirdi ve kasaya öyle koydu. Doğrusu bozulmuştum, beni kalpazana mı benzetti diye. Daha sonra gözlemledim ki, bunu hep yapıyorlar.
Biliyorsunuz biz Türkler yanımızda bol para taşımayı severiz ve genellikle de cüzdanımız olduğu halde, o paraları cebimizde taşırız. Özellikle de erkekler. Bu durum onlar için çok tuhaf. Yine bir keresinde, sanırım pubtaydık, ben bira almak için 50 pound uzatmıştım barmen kıza. Oradaki İngiliz arkadaşlarım ve barmen kız ‘ooo sen çok zenginsin’ diyerek şaşkınlıklarını belirtmişlerdi. Halbuki zengin falan değildim, yalnızca Türktüm ve paraya çok da önem vermiyordum. Ama İngiltere’de cebinde 50 poundluk banknot taşımak sıradışı bir durumdur.
İlk gittiğim dönemde Oliver Stone’nin yönetmenliğini yaptığı ve başrolünü Kevin Costner’in oynadığı, diğer rolleri de Tommy Lee Jones , Gary Oldman , Kevin Bacon , Michael Rooker , Jack Lemmon , Laurie Metcalf , Sissy Spacek , Joe Pesci , John Candy gibi müthiş oyuncuların paylaştığı JFK adlı eski ABD Başkanı John F. Kennedy’nin Lee Harvey Oswald adlı suikastçı tarafından öldürülüşünü anlatan bir film vizyona girmişti.
Ben o filmle birlikte İngiltere’de sanatın nasıl pazarlandığına şahit olmuştum. Nereye giderseniz gidin JFK posterleri, kitapçıların vitrinlerinde JFK kitapları, hediyelik eşya satan mağazalarda JFK kupaları, anahtarlıkları... Yani o filmden kaçınız yok. Müthiş bir pazarlama mekanizması.
Victor Hugo’nun muhteşem eseri Sefiller (Les Miserables) müzikaline gittim. Arka sıralardan bilet aldım, 8 pounda. Yani bugünkü kurla 360 liraya. Çünkü ön koltuklar 30 pounddan (1.350,- TL) başlıyordu. Bugünse 30 pounddan başlayan fiyatlarla satışta ve 30 yıldan fazladır bu müzikal oynanıyor.
Aynı şekilde, savaş zamanında Vietnamlı bir kız ile Amerikalı bir askerin aşk hikayesini konu alan Miss Saigon adlı müzikale de gitmiştim ve yukarıda yazdıklarım bu müzikal için de geçerliydi.
Yani sözün kısası İngiltere’de sanatın pazarlanması muhteşem. Elbette yalnızca bu müzikalleri ve benzer aktiviteleri izleyebilmek için dünyanın pek çok ülkesinden sanatseverlerin İngiltere’ye aktığını söylememe gerek yok.
Neredeyse simgeleri haline gelen çift katlı otobüslere bindiğinizde, cadde ve sokaklarından geçerken, ünlü İngiliz yazarları, filozofları ve sanatçılarının yaşadığı evlerin alınlarında örneğin Charles Dickens bu evde yaşamıştır levhalarını görebilirsiniz.
Gerçek muhafazakarlık da budur işte. Tamam adamları yerden yere vuralım diğer ülkeleri ve halklarını sömürdükleri için. Ama değerlerine nasıl sahip çıktıklarının da hakkını verelim.
Bir başka dikkatimi çeken noktalardan biri de, gerek tren, gerekse de otobüs saatlerinin dakikliği idi. O yıllarda bizim için bu gerçekten çok şaşırtıcıydı. Bizler böylesi bir disiplin ve saygıya alışık değildik. Hele de trenlerimizin hareket saatleri tam bir felaketti.
Elbette direksiyonlarının sağda olması ve trafiğin sağdan akışı da hep espri konusu olmuştur. Neden böyle diye sorduğunuzda tipik bir İngiliz gülümseyerek, ‘bizimki doğru, dünyanın geri kalanı yanlış’ der. Son gittiğimde havaalanında bir araç kiralama ve İngiltere trafiğinde kullanma gafletine düştüm. Onu da bir sonraki yazımda anlatırım.
NE OKUYALIM
Bertrand Arthur William Russell, 3. Earl Russell, Britanyalı filozof, matematikçi, tarihçi ve toplum eleştirmeni tarafından yazılan Neden Hristiyan Değilim.
NE İZLEYELİM
JFK