Sizlere merhaba demek istiyorum çünkü sanırım ‘’merhabalaşmayı’’ bile unuttuk. Benim bir özelliğim var o da her vatandaş gibi masalları çok severim. Özellikle televizyonda izlenilen masallar. Saat 6 ile 8 arasında olanlara bayılıyorum. Muhtelif bazı kanallar var. Bu kanallarda genellikle tek bir kişinin anlattığı masallar çoğu kişiyi büyülüyor bile. Bir de çizgifilmleri seviyorum. İkisinin de ortak özelliği gerçek olmadığını bilerek izliyoruz, dinliyoruz ama benim sizlere birazdan anlatacağım bir masal var ve biraz gerçekleri de barındırıyor içinde. Not: Çocuklar için uygun değildir, bırakın onlar yoksulluğu öğrenmesin.
Hayat bazen çok garip bir döngüye dönüştüğü bir koşuşturmaca. Masallar mı hayatın içinde, hayat mı masallardan ibaret bunu tabi ki bilemiyorum. Bir yanda sabahları erkenden işe koyulup, gün boyu çalışarak geçimini sağlamak zorunda olanlar; diğer yanda ise, hep başkalarının emeğiyle büyüyen bir azınlık. Her şeyin bir bedeli vardır ama bu bedeli ödemenin adil olup olmadığı başka bir mesele. İşte, bu masal bir karıncanın gözünden emeğin karşılığını alamamanın, çalışırken sömürülmenin ve nihayetinde adaletin peşinden koşmanın öyküsüdür.
Bir zamanlar, geniş bir ormanın derinliklerinde Kıvırcık adında bir karınca yaşarmış. Kıvırcık, sabahları erkenden kalkar, ormanda dallar taşır, yiyecek arar ve akşamları yuvasına dönerdi. Ama bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Zengin karıncalar büyük dalların ve parlak taşların sahibi olmuşlardı ama bu zenginliği hep başkalarının emeğiyle elde ediyorlardı. Kıvırcık bir gün bu durumu bir zengin karıncaya sorduğunda aldığı cevap içinde bulunduğumuz dünyanın adaletini sorgulatacak cinsten olur: "Ben her gün daha fazla karınca çalıştırır, daha fazla dal elde ederim. Onlar çalışırken ben hiç yorulmam, hep kazanırım."
Bu cevap, Kıvırcık’ı derinden sarsmıştı. Çünkü o ve arkadaşları o kadar taşımış, o kadar çalışmış ama yine de hayatlarını idame ettirecek kadar bile kazanç elde edememişlerdi. Çalışan karıncaların durumu, aslında sadece masaldan bir kesit değildi. O dünyadaki çoğu emekçinin yaşadığı bir gerçeği simgeliyordu: Çalışarak geçinmek, emeğin karşılığını almak çoğu zaman sadece hayal oluyordu.
2025 yılında Türkiye’de asgari ücret tam 22.104 TL olarak belirlendi. Bu rakam dışarıdan bakıldığında büyük bir kazanç gibi gözükse de, aslında özellikle çoğunluğu asgari ücretle çalışan Kütahya gibi küçük şehirlerde bu parayla hayatını sürdürenler için ne kadar geçim sıkıntısı oluşturduğunu anlamak bir karıncanın yaşadığı zorluğa dönüşüyor. Kütahya gibi bir yerleşim yerinde 22.104 TL ile "rahatça yaşamak" neredeyse imkansız. Sabahları kahve içmek bile bir lüks haline gelmişken, markete gittiğinizde aldığınız birkaç poşet malzemeyle geriye kalan tüm ayı geçirmeye çalışıyorsunuz.
Asgari ücretin büyük bir rakam olduğunu düşünenler de var. Ücretin boyutu asıl büyük zorluk "yaşamak" değil, "hayatta kalmak" olduğunda anlaşılacaktır. Kütahya'da da bir karınca ailesi gibi çoğu çalışan evlerine getirdikleri parayla ancak zar zor geçinebilir. Pazarlıklar, her alışveriş için farklı bir strateji, her harcama bir hesaplama gerektiriyor. Gerçekten hayatta kalmak, bu tür günlük mücadelelerle oluyor.
Geçtiğimiz günlerde Kütahya Belediyesi tarafından bir Kent Lokantası daha açıldı. Orada gördüğüm manzara gerçekten yaşamın koşullarını bana bir kez daha düşündürdü. Genellikle 65 yaş üstü bir kesimden katılan yaşlı vatandaşların gözleri parlıyordu. Yoğunluk hınca hınç bir sıra, yemek sırasına girildi. Garip vatandaş yemek ücretsiz sanıyordu ama bir ses yükseldi ‘’yemeklerimiz ücretlidir 65 TL’’ sıradan çoğu kişi çıkmak zorunda kaldı. Burada kurumların hiçbir suçu yok bir bedel kesinlikle olmalı. 65 TL ise çoğu kişi için bir öğün yemeğe fazlasıya düşük bir bedel olarak da gelecektir. Burada sorun şu ki bazı kesimlerimiz için bu ücret bir yük teşkil ediyor. Peki soruyorum size 65 TL vermekten çekinen bu insanlar ne ile geçiniyor?
Evet her şeyin bir bedeli var fakat kimi zaman bedel ödeyenler hep aynı kişiler oluyor. Zengin karıncalar, başkalarının emeğiyle büyürken, çalışanlar ise asgari ücretle varlıklarını sürdürebilmeye çalışıyor. Tıpkı ormandaki karıncalar gibi çoğu zaman sabahları işe koyulduklarında günün sonunda ancak "ekmek" alabiliyorlar ama o kadar da zor bir mücadeleyle. Emekçi karıncalar, yaşlı karınca Tonton'un dediği gibi, adaletsiz bir düzenin kurbanı oluyorlardı. "Emeğin karşılığını almak" ne kadar çok taş taşırsa taşı, geriye sadece "yaşamak" kalıyordu.
2025 Türkiye'sinin gerçekliğinde de karıncaların mücadelesi, birçok insanın yaşadığı hayatta kalma savaşını simgeleyecek gibi görünüyor. 22.104 TL’lik asgari ücret, büyük şehirlerde maaş miktarlarının yüksek oranda olması belki bir nebze rahatlık sağlasa da, küçük şehirlerde var olan maaşlar , aslında birer “hayatta kalma sanatçısı”na dönüştürüyor. Zenginlerin, diğerlerinin emeğiyle büyüdüğü bu düzende, asgari ücretle çalışanlar için yaşam, bir çeyrek simit almak kadar zor bir mücadeleye dönüşüyor.
İşte bu tam da hayatın masal haline geldiği bir yer. Çünkü her birimiz sabahları kahvaltı yapmadan işe gitmek, evdeki arızaları tamir edebilmek, pazarda en uygun fiyatı yakalamak gibi zorluklarla karşılaşıyoruz ve bu işlerin birer piriyiz. Kendi hayatlarımızda ne kadar çok taş taşırsak taşıyalım, bazen o taşıdıklarımızın, emeğimizin karşılığını almak gerçekten de bir masal gibi görünüyor.