Sıradan bir güne uyanmak neredeyse imkânsız hâle geldi. Ülke genelinde yaşanan skandallar zinciri, birbiri ardı sıra gelmeye devam ediyor. “Yenidoğan Çetesi” bebekleri para için katletmiş. Skandal içinde skandal gizli. Bir yılı aşkın bir zamandır devam eden olaylar biline dursun, olayların yaşandığı hastaneler para kesmeye, devletten para almaya ve dahi bebeklerin ölümüne seyirci kalmaya devam ediyormuş. Savcılık soruşturmasında geçen kayıtlara göre basına sızan bilgiler ışığında öğrendiklerimizden bazıları bunlar.
Yerelden genele kadar ülkenin her yerinden pis kokular geliyor. Henüz elime somut belgeler geçmediği için yerelde de yaşanan bazı konulara bugün köşemde yer vermiyorum. Belge ve bilgileri ulaşır ve doğruluğunu teyit edersem sizinle de paylaşırım. Yazımın başlığında da dediğim gibi memlekette tuz koktu kardeşim. Kime inanıp kime güveneceğimizi şaşırdık doğrusu. Düzgün adam sandığımız, kesinlikle dürüsttür dediğimiz kişilere dahi güvenimiz kalmadı. Pis kokular yayıldıkça hepimiz rahatsız olup tepki vermemiz gerekiyor. Eğer bu pis kokulara tepki vermezsek Haliç’teki Simonlar’a döneriz. Ne dediğimi açayım biraz. Eski emniyet müdürü Hanefi Avcı, “Haliçteki Simonlar” adlı kitabının bir bölümünde anlatıyor:
PİS KOKULARA ALIŞMAK KADAR KORKUNCU VAR MI?
“İstanbul’da görev yaptığım 1992-1996 yılları arasında görev yerim Gayrettepe’deydi, evimiz ise Ataköy’de. Her gün akşam geç saatte özellikle saat 23.00 sularında Gayrettepe’den çıkıp evimize giderken Haliç’ten geçiyorduk. Haliç, o zamanlar inanılmaz kötü kokuyordu. Tam olarak lağım kokusu duyuluyordu ve ben bu kokuya dayanamıyordum. Arabanın bütün camlarını kapatıyordum. Koku gelmesin diye burnumu parmaklarımla kapatmama rağmen Haliç’ten gelen hafif bir koku bile midemi bulandırmaya yetiyordu. Haliç’ten geçmek benim için bir ölümdü, daha yaklaşmadan Okmeydanı’nda burnumu kapatmam gerekiyordu, ta ki tüneli geçinceye kadar. Fakat Haliç’in etrafında yaşayan insanlara bakıyordum; onlar parklarda geziyor, yemek yiyor, hatta bir kısmı piknik yapıyordu, bu kötü kokudan sanki hiç rahatsız değillerdi. Bu durum bana çok tuhaf gelmişti. Demek ki, kötü bir ortamda bulunan insanlar bir müddet sonra oraya uyum sağlayıp alışıyorlar ve bu ortamın çirkinliğini göremiyorlardı. Ne kadar kötü ve sağlıksız bir ortamda bulunulursa bulunulsun bir süre sonra kişinin bünyesi bu duruma uyum sağlayarak kötülüğün farkına varamıyordu.”
Evet, Hanefi Avcı bu cümlelerle olayı çok güzel açıklamıştı aslında. Kötü kokulara ses çıkartmazsanız bir gün gelir o kokuları duymamaya başlarsınız. Ülkenin her yerinden, memleketin her yerinden kötü kokular geliyor. Kütahya özelinde de durum aynı ve ben bu kötü kokulara alışmak istemiyorum. Nereden kötü koku gelirse o yöne doğru fokuslanacağım ve kokunun gelmemesi için çaba sarf edeceğim…
ÇARŞAMBA VE CUMARTESİ PAZAR YERLERİ SORUNU
Önceki dönem Kütahya Belediye Başkanı Prof. Dr. Alim Işık yönetimi zamanında yıkılan ve yerine park yapılan Çarşamba ve Cumartesi semt pazar yeri hakkında çok şikayet alıyorum. Hem pazarcı esnafı perişan, hem pazara gelen halk perişan hem de o bölgede bulunan esnaflar ve bölge sakinleri perişan. Yani bir taşla üç kuşu birden vurmak diye ben buna derim. Yenisini yapmadan eskisini yıkma adeti son 20 yılda moda oldu. Önce yeni semt pazarını modern bir şekilde yaparsın, ardından ne yapacaksan yaparsın. Liyakatsiz ve basiretsiz insanların başkenti oldu Kütahya maalesef. Şimdi kış aylarına geldik. Hem halk donacak, hem de pazarcı esnafı. El insaf, şehrin göbeğinde böyle bir rezalet bize yeter de artar bile. Hele bir de Abdurraman Paşa Okulu açıldığında seyredin siz curcunayı. Yazık bu memlekete, vallahi yazık…
NE OLDU BİZE? PİMİ ÇEKİLMİŞ BOMBA GİBİYİZ!
Başlıkta da belirttiğim üzere herkes pimi çekilmiş bomba gibi geziyor dışarıda. Adres sormaya dahi çekinir oldu insanlar. Her yerde kavga, tartışma, kaotik bir ortam. Hiç kimse ile en ufak bir müzakereye girmeden eve geldiğinde mutlu oluyor insanlar. Bence siz de mümkün olduğunca kimseyle tartışmaya girmeyin. Çünkü herkes çok sinirli, asabi, gergin. Bırakın herkes kendi yoluna gitsin. Tartışmayın, kavga etmeyin. Siz de evinize ya da işinize sağlıklı olarak girmenin hazzını yaşayın. “2024 yılında eve sağlıklı olarak gidebilmek bir haz olacak deselerdi” bana, kahkaha ile gülerdim buna. Ancak gerçek buymuş, üzgünüm dostlar…
Sevgiyle kalın…
TEBESSÜM
Kaba sofunun biri Bektaşi’nin önüne geçti:
Baba erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur, dedi.
Bektaşi dervişi gülümseyerek:
Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Allah önündeki itibarımı zedeleyemem ey hace, dedi.
GÜZEL CÜMLELER
Et kokarsa tuz basılır, tuz kokarsa çare ne?