Şükür bu deme geldük dostları bunda bulduk
Tuz-ekmek bile yidük ‘ışk demin oynar iken
(Yûnus Emre)
___________________________________
Yemeklere tat vermek veya bazı besin maddelerini korumak için kullanılan tuz, mecazi olarak "tat, lezzet" anlamına gelir.
Beğenmediğimiz bir durum karşısında "bu işin tadı tuzu kalmadı" deriz.
Hekimler her ne kadar sağlığa zararlı olduğunu söylese de -hastalar hariç- tuzsuz yemek yiyen kimseye pek rastlamadım.
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terâkime isimli eserinde tuzun keşfiyle ilgili şöyle bir efsane anlatır:
Nuh peygamberin oğlu Yâfes’in Totok adında bir torunu vardır. Totok günlerden bir gün ava çıkmış. Vurduğu bir geyiği kebap yapıp yerken bir parça et yere düşmüş. Onu alıp yediğinde ağzına çok güzel bir tat gelmiş. Çünkü o yer bir tuzlaymış. Yemeğe tuz koyma âdeti o zaman başlamış.
Tarihin çok eski çağlarından beri tuz, çok önemli bir madde olmuştur. Bugün, içinde tuz sözcüğünün ve tuzla ilgili söyleyişlerin bulunduğu yüze yakın deyim ve atasözümüz bulunmaktadır.
“Tuz biber ekmek, tuzla buz etmek, tuzlayayım da kokma, tuzluya mal olmak, tuzu kuru, tuz devesi gibi köpürdemek, tuzu kurtlanmak, çorbada tuzu bulunmak, tadı tuzu kalmamak” gibi…
Rahmetli anamdan dinlediğim bir masalda da tuzun kıymeti şöyle anlatılır:
Padişah üç kızına kendini ne kadar sevdiklerini söylemelerini istemiş.
Büyük kız "altın" kadar, ortanca kız "dünyalar" kadar, küçük kız da "tuz" kadar sevdiğini söylemiş.
Küçük kızın cevabını beğenmeyen padişah onu evlatlıktan reddetmiş ve sarayından kovmuş.
Uzak diyarlara giden küçük kız, yıllar sonra başka bir isimle usta bir aşçı olarak babasının sarayına girmiş.
Bir gün pişirdiği birbirinden güzel yemeklerin içine hiç tuz atmamış.
Padişah tuzsuz yemeklerden birer kaşık alınca kükremiş:
"Ne biçim yemek bunlar? Çağırın bana aşçıbaşını, kimdir bu saygısız ve beceriksiz?"
Huzura gelen aşçıbaşı:
"Ben, sizi tuz kadar sevdiğini söyleyen, yıllar önce saraydan kovduğunuz küçük kızınızım." demiş.
Padişah tuzun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu anlamış ve küçük kızından özür dileyerek onu affetmiş.
***
Tarih buyunca tuz o kadar değerliydi ki bazı ülkelerde askerler ve işçilere maaşları tuz olarak verilirdi.
Ülkelerin belli yerlerinden elde edilen tuz kağnılarla ya da deve kervanlarıyla ülkelerin uzak bölgelerine taşınırdı.
Cahit Külebi "Sivas Yollarında" başlıklı şiirinde şöyle der:
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri...
Tuz ocaklarına yakın yerlerde oturanlar ise yaya olarak tuz taşırlarmış.
Bir tuz fıkrası ise şöyledir:
Adamın biri tuza gider, sırtında bir kese tuzla dönermiş; ancak hanımı, adamın bin bir güçlükle getirdiği tuzu, konu komşuya, isteyen herkese dağıtıverirmiş.
Adam tekrar gider bir kese daha getirir, hanımı yine aynı şekilde tuzu dağıtırmış.
Üçüncüsünde adam, "Hanım birlikte gidelim; hem bana yoldaş olursun hem de iki kese getiririz de tuzumuz çabuk bitmez." diyerek hanımını da götürmüş.
Ancak yokuşlarda dolu tuz kesesi sırtından aşağı kayan kadın, sık sık oturup dinlenirmiş. Güç bela evinlere gelmişler.
Konu komşu yine kapıyı çalmış, "Komşu biraz tuz verir misin?" diye.
Kadın, "Kusura bakmayın komşu. Gördüm tuzun yokuşunu, belden aşağı sarkışını. Adamınkini veremem, kendiminkine kıyamam." demiş.
Türk kültüründe oldukça geniş ve önemli bir yeri bulunan tuz, yine kutsal ve değerli kabul edilen ekmekle birleşmiş ve “tuz-ekmek hakkı” deyimi günümüze kadar gelmiştir.
Bir sonraki yazımızda bu deyimin sosyal hayatımızdaki yansımalarından bahsetmek üzere şimdilik hoşça kalın…