Türk-İslâm dünyasında bugünkü anlamda ilk üniversitelere Abbâsîler döneminde Bağdat’ta rastlanır. Batıda üniversiteler İslâm medeniyetinin Endülüs Emevi Devleti vasıtasıyla Avrupa’ya girmesiyle başlar. Kurtuba, Gırnata ve Toledo’daki üniversitelerde; matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp, felsefe, mühendislik gibi bilim dallarında çok büyük ilerlemeler sağlanmıştır.

 Selçuklular döneminde ise Sultan Alparslan’ın veziri Nizamülmülk tarafından temelleri atılan ve tarihe “Nizamiye Medreseleri” olarak geçen eğitim ve öğretim kurumlarını görüyoruz. Önce Bağdat’ta daha sonra İsfahan, Basra, Musul, Herat, Belh, Nişabur gibi şehirlerde açılan Nizâmiye Medreselerinde Gazali, Ömer Hayyam, Sadî, İbni Sina, İbni Rüşd, İbni Heysem, İbni Cessar gibi sayısız bilim ve sanat adamı yetişmiştir.

 

Osmanlılarda ilk medrese, Orhan Bey zamanında 1330’da İznik’te kurulan İznik Medresesi’dir. Bugünkü üniversitelerin temeli ise dinî ilimlerin yanında müspet ilimlerin de okutulması ve öğretilmesi amaçlanarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’te kurulan Fatih Külliyesi’dir.

 Fatih, dünyanın dört bir tarafındaki bilim ve sanat adamlarını İstanbul’a davet ederek İstanbul’u bilim ve sanat merkezi haline getirmiştir. Tanzimat döneminde “Darülfünun” adıyla yeni bir yapıya kavuşturulan Fatih Külliyesi, 1933’te “İstanbul Üniversitesi” adını almıştır. Bugün ülkemizin seçkin üniversiteleri arasında yer alan Ankara Üniversitesi 1946’da, Hacettepe Üniversitesi ve Erzurum Atatürk Üniversitesi 1954’te, Ege Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi 1955’te, ODTÜ ise 1956’da kurulur.

 1992’de Kütahya’da kurulan Dumlupınar Üniversitesi, altyapı açısından birçok sorununu halletmiş örnek bir üniversite durumuna gelmiştir; ancak kurumsallaşma açısından aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir.Küresel ölçekte üniversitelerin akademik performanslarını analiz eden ve sonuçları bilim çevrelerince genel kabul gören bazı kuruluşlar vardır. Bunlardan biri de kısa adı URAP olan University Ranking by Academic Performance isimli kuruluştur. URAP, ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde kurulmuş bir Akademik Performans Araştırma Laboratuvarı’dır. Kuruluş amacı, dünyadaki ve Türkiye’deki üniversiteleri akademik performansa dayalı bir sıralama sistemine tabi tutarak bir “kıyas” imkânı sağlamaktır. Bu amaçla 2010 yılından bu yana her yıl 2.000 yükseköğretim kurumunun Dünya Sıralamalarını yayınlamaktadır.

 URAP bu sıralamayı yaparken üniversitelerin makale ve atıf sayılarına dayalı bir sistem kullanmaktadır. Bunun yanında bilimsel doküman sayısı, doktora mezun sayısı, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı ve TÜBİTAK’tan alınan proje sayıları ve bu verilerin öğretim üyesi veya öğrenci sayılarına göre oranları da sıralamada temel göstergeler olarak kullanılmaktadır.Geçtiğimiz aylarda URAP 2024-2025 Raporu’nu yayınlandı. Her ne kadar eğitimle ilgili göstergeleri dikkate almaması, sanat, spor ve sosyal bilimler alanındaki çalışmaları kapsam dışı bırakması, daha çok doğa bilimleri ve tıp alanındaki çalışmalara odaklanması gibi sebeplerle URAP, üniversitelerin performansını tam olarak yansıtamasa da değerlendirme kriterleri her kurum için aynı olduğundan bir kıyas imkânı sağlamakta ve üniversitelerin akademik düzeyi hakkında bir fikir vermektedir.

 Rapor, üniversitelerimiz açısından iç açıcı sonuçlar içermemektedir. “Her ile en az bir üniversite” diyerek açtığımız 208 üniversitemizden -ne yazık ki- dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına giren tek üniversitemiz yok.Yazımızın konusu, genel durumdan ziyade, şehrimizin âdeta sembolü hâline gelmiş olan Dumlupınar Üniversitesi’nin URAP Raporu’ndaki yeridir.Bu rapora göre, Dumlupınar Üniversitesi, Tıp Fakültesi olmayan 84 üniversite içinde 54. sırada, Tıp Fakültesi olan ve olmayan 200 üniversite içinde 143. sıradadır.

 

 Dumlupınar Üniversitesi’nin kurumsal yayınlarına baktığımızda bilimsel araştırmalarla ilgili bir vizyonu olmadığını görüyoruz.Üniversitenin Stratejik Plân’ında vizyon cümlesi “alanında tercih edilen, girişimci, mesleki bilgi ve becerilere sahip mezunlar yetiştirmek” olarak belirlenmiştir.Üniversitelerin (1) eğitim-öğretim, (2) bilimsel araştırma, (3) toplum hizmetleri olmak üzere üç temel görevi vardır. Anlaşılan o ki Dumlupınar Üniversitesi, eğitim-öğretim ve toplum hizmetleri alanına ağırlık vermiş, bilimsel araştırmaları arka plana atmıştır. Yani kendini bir “eğitim-öğretim üniversitesi” olarak konumlandırmıştır.Dumlupınar Üniversitesi bu konumunu, yine Stratejik Plân’ındaki misyon cümlesinin sonunda “eğitim ağırlıklı bir üniversite olmak” şeklinde belirtmiştir.   

 Bu doğru bir yaklaşım mıdır, tartışılabilir. Zira üniversite demek “bilimsel araştırma” demektir. Onu diğer kurumlardan ayıran en önemli özelliği, bilimsel araştırma yapması ve bilim alanlarına katkı sunmasıdır.Hal böyle olunca, URAP’ın bilimsel araştırmaları esas alan değerlendirmelerinde Dumlupınar Üniversitesi’nin 200 üniversite içinde 143. sırada olması doğal bir sonuçtur. Fakat doğal olmayan başka bir şey var.Japon kültüründe Kaizen olarak adlandırılan “sürekli gelişim” ve “ilerleme” anlayışına göre bir kurumun rakibi yine kendisidir. Eğer bir kurumun kalitesinden söz edilecekse onun gelişim grafiğine bakmalı, “dün”ü ve “bugün”ü kıyaslanmalıdır.

  Dumlupınar Üniversitesi, URAP’ın 2023-2024 sıralamasında 121. sırada iken 2024-2025 sıralamasında 22 basamak gerileyerek 143. sıraya düşmüştür. Bu düşüş, Türkiye’deki üniversiteler arasında en sert düşüştür; 22 basamak birden gerileyen başka hiçbir üniversite yoktur. İşte, doğal olmayan budur.Koç Üniversitesi’nin 1., Hacettepe Üniversitesinin 2., ODTÜ’nün 3. olduğu sıralamada Batman Üniversitesi, Van 100. Yıl Üniversitesi, Karabük Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Elazığ Fırat Üniversitesi Şanlıurfa Harran Üniversitesi gibi daha birçok üniversiteyi ilk 100’de görünce Dumlupınar Üniversitesi’nin 143. sırada olmasına hayıflanmamak elde değil.

Bu konuda yapılacak şey bellidir. AR-GE çalışmalarına hız verilmesi, yapılan çalışmaların desteklenmesi ve küresel ölçekte tanıtımı için yeni yöntemler bulunması, etki değeri yüksek dergilerdeki (Q1, Q2 VE Q3) makale sayılarının artırılması, etki değeri düşük dergilerdeki (Q4) makale sayılarının azaltılması gerekmektedir.Ayrıca TÜBİTAK projelerine ağırlık verilmelidir. Zira, URAP’ın değerlendirme tablosunda Dumlupınar Üniversitesi’nin en az oranda puan aldığı kriter. TÜBİTAK Projeleri ile ilgili kriterdir. (40 puanlık kriterden 8,19 puan) Sonuç olarak, 43 yıllık bir geçmişe sahip, 11 fakülte, 15 yüksekokul, 1 enstitü, 1.000’in üzerinde öğretim elemanı ve yine 1.000’in üzerinde idari personel ile yaklaşık 45.000 öğrenciye hizmet veren Dumlupınar Üniversitesi olması gereken yerde değildir.

 Bu durumun elbette ki farklı sebepleri vardır; ancak en önemli sebeplerden biri, bildiğimiz kadarıyla, büyük şehirlerdeki üniversiteler hariç, diğer üniversitelerimizin genel sorunu olan öğretim elemanı eksikliğidir. Dumlupınar Üniversitesi’nin öğrenci sayısıyla öğretim elemanı sayısı kıyaslandığında bir öğretim elemanına 45 öğrenci düşmektedir.Aynı yöntemle hesap yapıldığında, 2024 yılında 163 profesörün görev yaptığı Dumlupınar Üniversitesi’nde bir profesöre düşen öğrenci sayısı 276’dır ki, bu sayı Türkiye ortalamasının çok çok altındadır.

  Öğrenci sayısının çok olmasının, şehrin sosyo-ekonomik gelişimine elbette katkısı büyüktür; ancak atalarımız “kemmiyetin keyfiyete nispeten ehemmiyeti yok.” demişler. Nitelik her zaman nicelikten öncelikli olmalıdır.Son olarak unutulmaması gereken bir husus da şudur: Adını 137.000 şehidin yattığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Dumlupınar’dan alan Üniversitemiz, bağrına bastığı vatan evlatlarına en iyi eğitim ve öğretimi vermek için çabalarken kamu kurumlarıyla, bürokratlarıyla, siyasileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve tüm halkıyla Kütahya da bu çabalara destek vermelidir.