Dil, lisan... Lisan ve insan... İnsanın insanla iletişim kurduğu sistem, dil... Dil; ana dili, ikinci dil, resmî dil, uluslararası dil ve yabancı dil... Dil, aslında, iletişim aracı olarak bize yabancı olmaması gereken, görünür kimliğimiz, kişiliğimiz... Dile yabancı ibaresi eklemek ne kadar doğru... İletişimin yerlisi, yabancısı olur mu? Dil, söze dökülmese de, hâl ile irtibatın kurulabildiği, anlaşabilmenin mümkün olduğu iletişim kanalları... Konuştuğumuz, yazdığımız, dinlediğimiz ve okuduğumuz dil; anadan babadan yaşadığımız mekânda ve zamanda edinilen iletişim becerileri aracı... Bütün beceriler; dil becerileri üzerine konuşlandırılmış... Dil becerileri, eğitimle kanatlanır, ilim-irfanla uçar, edeple taçlanır... Dildeki maraz; beyinde filizlenir, yürekte cücüklenir... Dil ile gönüller yıkılır, gönüller kazanılır... Dilin iki ucu da temiz olursa, zarafet olur... Dil bozulunca, iletişimin her bir aşaması, bozuk yol hâline dönüşür... Yabancı dil de olsa, yabancı olmayan dil işlevinde olmalı ki, iletişim; doğru, sağlıklı, etkin ve sürdürülebilir olsun... Dildeki sözcükleri, ne bağnaz ne aymaz yaklaşımlarla ayıklama lüksüne sahip olamayız... Dil, hem amaç hem araç olmalı ki, dil bize, biz dile yabancı olmayalım... İhtiyacımız olan dil, bize yabancı olmayan dil... İhtiyacımız olan, dilimize, özellikle anadilimize, bizim yabancı olmamamız…

Dilimizin bize yabancı hâle gelmesi, dilimizde yapılan tahribat ile alâkalı… Dilimizin yabancı olmayan dil olarak, bize ait olması mühim… Bizim de dilimize sahip çıkmamız lâzım… Dilimizi, sevgiyle, saygıyla, nezaket ile yoğurmamız lâzım... Dil ile derdimizi, maksadımızı güzel dillendirebilmenin yolu; sevgi, saygı ve içtenlik... Kadim medeniyetimizden bir misâl... Dede Korkut hikâyelerinde çocuklar ve ebeveynleri ile eşler arasında olması gereken saygı teması işlenmiş... Büyüklere ve yöneticilere saygı duyulmasının önemi vurgulanmış... Hikâyelerde saygının dille ve fiille olduğu ifade edilmiş... Saygı, Türk ailesinin ve Milletinin vazgeçilmez bir değeri… Bir başka misâl... Japonya’da toplum içinde insanların birbirine saygılı davranması, son derece gerekli... Saygı gösterirken kullanılan kibar sözcükler ve güler yüzle eğilmeler (omotenashi), Japonların hayat tarzı… Japonya’da herhangi bir dükkâna, sinemaya, hamama vb. bir yere gittiğinizde karşılaşacağınız ilk kelime ‘irasshaimase’ (Hoş geldiniz)... Japonlarda saygı unsurunun en temel noktalarından biri mutlaka gülümsemek... Japonlar’ın, bir toplantıda veya ayaküstü birileriyle konuşup tanışırken kartvizitlerini iki eliyle ve biraz eğilerek saygıyla ve tebessümle vermeleri, olmazsa olmazları…  

Sevgiyi saygıdan, saygıyı sevgiden ayırmak, içi boşaltılmış davranış biçimleri... Bardak ve su gibi… Ya da bardak hâline getirdiğimiz her ne ise… Sevmeden saygı/hürmet göstermek, hürmet etmeden sevmek bir garabet… Dildeki üslûbu, belâgati şekillendiren bu... Bizi dile, dili bize yakınlaştıran, bütünleştiren bu... Bize yabancı hâle gelen, getirilen dilimizde, maalesef, büyük bir yangın var… Türkçemizi, doğru, güzel ve uygun konuşmamız, yazmamız; varlığımızın, kimliğimizin ve bekâmızın teminatı… Çinli filozof Konfüçyüs’e: “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” diye sormuşlar. O da: “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” demiş... Dilimizde yapılan tahribat, silsile halinde özümüzde, harsımızda (kültürümüzde), değerlerimizde aşınmaya ve yozlaşmaya sebep… Neticesi, gürültü kirliliği, söz kirliliği, kavram kirliliği, iletişim kirliliği… İletişim, maalesef 10-15 kelimeyi geçmeyen argo ve bayağı sözcüklere havâle edilmiş… Dile dolandırılan vahim ifadeler: oha, kanka, lan, geri zekâlı vb. beyin ve gönülden süzülmeyen sözler… Kavramların cılkı çıkmış durumda… Dilimizdeki yozlaşma, sıradan bir hâdise değil... Kasıtlı bir yozlaştırma, iletişimi yok eden adı konmamış bir facia... Söz ile beden ile tavır ile kısacası her hâl ile iletişimin dibe vurması bu... Dilimizin, bize yabancı hâle gelmesi bu... Bizi biz olmaktan çıkaran, ana dilimizi bize yabancı kılan durum bu...  

Küreselleşmeyi (globalleşmeyi), evrensel yaklaşımları tercih edenler, nedense, mevzu dilimiz olunca, dilimize güya iyilik yapmak adına, dilimizi sunî/yapay ve zorlamalı bir dil hâline getirmede ırkçı takılıyorlar… Gizli amaç, iletişimi felce uğratmak…  Baba ile oğlu, dede ile torunu birbiriyle anlaşamaz hâle getirmek… Oldukça başarılı olduklarını söyleyebiliriz... Anlaşma sisteminin bozulduğu yerde, hangi değer ve sahip olunan öz değer sağlam kalabilir ki? Aynı dili konuştuğumuzu sandığımız Türkçemizde yapılan tahribat, geçmiş ile bugünümüzü ve geleceğimizi birbirinden kopardı… Türkçemizdeki bu elim durum, bizi Türk dünyasından koparmak amaçlı… Dilimizi kaybetmemenin, dilimizin yabancı olmayan dilimiz olabilmesinin tek yolu, gönül dilimizin şakıması olsa gerek... Gönül dilimizin tercümanı Mevlana’nın dil ile ilgili söylediği sözlere kulak verelim; “Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır... - Ahlâksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arsalanın sesi gibi meydandadır... - Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese? - Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir... - İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel, perdeyi kaldırdı mı ne var, belirir bize... - Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç? - Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın… - İnce sözler kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur.”…

Dilimize ne kadar yabancıyız, ya da dilimiz bize ne kadar yabancı? Meselâ, çok değil 100 yıl kadar geriye gittiğimizde, hangi sözcükleri, ne kadar anlayabiliyoruz? Doğru ve etkin iletişim için, kelimelerin anlamlarını doğru anlayıp doğru kullanabilmemizin, sözlük kullanmayı önemsemekle alâkalı olduğu, bir sözcüğün mânâsını bilsek bile, sözlük kullanmanın bilgi edinmede referans standardı olduğu, yadsınamaz bir gerçek... Bir kelimenin doğru anlamını bilmek, kelimeyi doğru kullanmak… Güzel bir örnek: “Bin kelimeyle iktifâ edersek zihnî melekelerimiz dümûra uğrar. Herkesin ağzında bir stres. İyi de stresten maksadın ne güzelim? Dert mi, gam mı, kahır mı, keder mi, gussa mı, yeis mi, tasa mı, mihnet mi, elem mi, üzüntü mü, endîşe mi, kasvet mi, nedâmet mi, melâl mi, enduh mu, hüzün mü, hüsran mı, hicran mı, ızdırap mı, inkisar mı, kâbus mu, hafakan mı, teessüf mü, teessür mü, vehim mi, buhran mı, mâtem mi, gāile mi? Söyle hangisi?’’ (Prof. Dr. Halil İnalcık)… Bir başka misâl… ‘Açık’ anlamında kullanılan, lâkin artık bize yabancılaşan kelimeler… Alenî, bâriz, âşikâr, âyân, bedîhî, vâzıh, sarîh, müstehcen, münhal, üryân, defisiter, mubîn… Hangi ‘açık’? Gerçekten, “Cam kırıkları gibidir, bazen kelimeler... Ağzına dolar insanın... Sussan acıtır, konuşsan kanatır...” (Oğuz Atay)…

İngilizcede mevcut sözcüklerden pek azı, otantik (orijinal)... İngilizce, büyük ölçüde yabancı dillerden alınan sözcüklerden oluşmuş... İngilizcede; Latince, Japonca, Rusça, İtalyanca, Almanca, Fransızca, Çince, İspanyolca, Farsça, Türkçe ve birçok dilden alınmış kelimeler var! Dilimizdeki sözcükleri atmak mârifet değil; mârifet, dilimizin yapısını bozmadan bize ait hâle getirebilmek... Konuştuğumuz, dinlediğimiz, okuduğumuz ve yazdığımız dilimiz; bize yabancı olmayan dilimiz olmalı... Yabancı bir dil edinimi bile buna bağlı... Öz dilimize aşina olamadıkça, hangi dilde meramımızı doğru ve etkin dillendirebiliriz ki... Selam, sevgi ve saygılarımla.

Kanalımı takip etmeniz dileğiyle…  https://bit.ly/muzafferceven