(Bir Milletin Uyanışı)
Bir meyhane garsonunun oğlu olan Grigori Petrov, 1866’da Petersburg yakınlarında bir kasabada doğar.
İlahiyat okur ve iyi bir papaz olur. Bir taraftan kilisedeki görevini yürütüyor diğer taraftan okullarda dersler veriyor, çeşitli gazetelerde yazılar yazıyordu. Ayrıca, Çarlık sarayında prenslere hocalık yapmakla görevlendirilmişti.
Fakat, Petrov’un fikirleri kilise yönetimini rahatsız etmeye başlar. Önce yaptığı bütün işlerden kovulur, Petersburg’dan sürgün edilerek bir manastıra kapatılır.
Halk, Petrov’u çok seviyordu, bu nedenle 1907’de aday olmadığı halde milletvekili seçilir. Bolşeviklerin baskısı devam ediyordu. Bütün mesleklerinden ihraç edilir, kitapları yasaklanır. 1908’den itibaren Kırım’da yaşamaya başlar.
Nihayet, 1920’de Kızılordu’ya karşı savaşan; ancak yenilerek Rusya’yı terk etmek zorunda kalan Anton Denikin’in askerlerini kaçıran bir gemiye son anda yalınayak ve üzerindeki pijamalarıyla binerek önce İstanbul’a, sonra da Gelibolu üzerinden Avrupa’ya kaçar.
1925’te Paris’teki ölümüne kadar Yugoslavya Krallığı’nda yaşar; ancak birçok Avrupa ülkesini gezer. En çok Finlandiya’dan etkilenir.
Grigori Petrov birçok kitap yazar. 1925 yılında Bulgaristan’da basılan Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli kitabı Türkiye’ye göç eden soydaşlarımız vasıtasıyla Türkiye’ye taşınır. 1928’de Türkçeye çevrilen kitap, çok sevilir. Askerî ve sivil okullarda zorunlu olarak okutulur, öğrencilere mezuniyet hediyesi olarak verilmesi gelenek haline gelir.
Bugüne kadar 40’ın üzerinde baskısı yapılan Beyaz Zambaklar Ülkesinde hâlâ ülkemizde en çok okunan kitaplar arasında yer almaktadır.
Gelelim kitabın konusuna: Finler kendilerine “Suomi” derler ve çok sevdikleri ülkelerini de “Suomi” diye tanımlarlar ki bu sözcük Fincede “bataklık yer” anlamına gelmektedir.
Bundan yüz yıl önce, bataklık ve ormanlıklardan oluşan bir ölüm vadisidir Suomi. Finler, kimseyi rahatsız etmemek ve kimse tarafından rahatsız edilmemek için seçmişler doğal güzelliklerden yoksun, sadece bataklıklar ve ormanlardan oluşan bu ölüm vadisini…
Avrupa’nın en kuzeyinde, kışları uzun, toprakları verimsiz ve çoraktır Suomi’nin…
İnsanları, yıllarca komşu ülkelerin, özellikle Rusların, egemenliği altında yaşamıştır.
Altmış yetmiş yıl içinde akıllara durgunluk veren bir çalışma ile bataklık ve ormanlardan “Beyaz Zambaklar Ülkesi Finlandiya” ortaya çıkmıştır.
Kendilerini milletine adayan bir avuç aydının destansı hikâyesidir, bu kitapta anlatılanlar…
Beyaz Zambaklar Ülkesi bugün dünyanın en zengin ülkesi olarak kabul edilmekte ve dünyanın en ileri teknolojisini üretmektedir.
Beyaz Zambaklar Ülkesi, özgürlüğün değerinin büyük olduğu, ancak özgürlüğün başkalarını rahatsız etmek anlamına gelmediği bir ülke…
Beyaz Zambaklar Ülkesi, trenlerde ve tramvaylarda biletçi ya da kontrolörün olmadığı, herkesin ücretini bir kutuya atıp bindiği bir ülke…
Beyaz Zambaklar Ülkesi, rüşvetin ve yolsuzluğun olmadığı, insanların yere tükürmediği, sokaklarda, caddelerde yüksek sesle konuşmadığı bir ülke…
Polislerin, jandarmaların insanlara bağırmadığı, kimsenin kimseyi azarlamadığı, insanların düşünce ve duygularını boğaz paralarcasına en üst perdeden bağırarak söylemediği bir ülke...
Eğitim ve sağlık hizmetlerinin tamamen parasız olduğu, en müreffeh insanların yaşadığı bu ülke bu duruma nasıl gelmiştir?
Sivrisinek üreten bataklıkların birer gül ve zambak bahçesine, zümrüt ovalar haline gelmesi… Bir milletin el ve gönül birliğiyle uyanması ve yükselmesi…
Aydınların halka karşı sorumlulukları… Gerçek vatanseverlik, halka gerçek hizmet…
Bu kitabı okuduğunuzda göreceksiniz ki bizdeki gibi fildişi kulelerinde halktan kopuk bir şekilde yaşayan, hatta halkı küçümseyen, hakir gören aydınlar yoktur.
“Aydın olmak demek, modaya uygun elbise, şapka ya da kolalı gömlek giymek değildir. Halkımız sizi iyi bir eğitim aldıktan sonra yüksek gelir elde edesiniz, geceleri eğlenesiniz diye o konuma getirmemiştir. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar.” diyen Snelman gibi aydınlar vardır.
Futboldan başka bir şey düşünmeyenlere, “Beyin gücü her zaman kas gücünden daha önemlidir, bacakları öküz bacağı gibi güçlü, ama beyni koyun beyni gibi zayıf gençler bizim idealimiz değildir; yalnız top şutlarıyla değil, bilim, teknoloji, sanat, ticaret, sanayi, hukuk toplumu, ülkenin kalkınması alanında da diğer milletlere galip gelesiniz. Sizin vazifeniz sadece topu yükseklere fırlatmak değil, Fin milletinin onurunu ve şerefini yükseltmektir.” diyen bir Snelman…
Bu kitapta azim ve iradeyle, sürekli çalışmayla hayallerini gerçeğe dönüştüren kahramanların hayat hikâyelerini okuyacaksınız.
Kunduracı Okunen’in “Ayakkabılar Kralı Okunen” oluşu, pazar yerinde sepetle yumurta satan Thomas Gulbe’nin “Yumurta Kralı” oluşu, bir simitçi çocuğu olan ve küçük dükkânda kurabiye ve şekerlemeler satan Jarvinen’in “Reçel Kralı” oluşu…
Ayrıca bu kitapta kamu kuruluşlarının, okulların, askerî birliklerin iş birliği yaparak ülkeyi kalkındırmak için nasıl çalıştıklarını, neler yaptıklarını, kışlaların nasıl “halk okulu” haline dönüştürüldüğünü göreceksiniz.
Bu kitabı okuduğunuzda, eminim, şu soruyu kendi kendinize soracaksınız: “Peki biz niye böyle değiliz?”
Sonra da doğal zenginliklerimizi, tarihî ve kültürel varlıklarımızı, millî ve manevî değerlerimizi nasıl yitirdiğimizi düşünecek ve kahrolacaksınız.
Evet biz niye böyle değiliz? Bu sorunun cevabını başka bir yazının konusu yapmak üzere hoşça kalın.