Boraltan bir köprü,
Aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla,
Çıkmaz yüzün karası.
Ağıt böyle başlar ve şöyle biter:
Dönüp seslendim geri,
Merhametsiz birine
Beni siz vursaydınız,
Şu gavurun yerine.
Her kelimesi adeta yağlı bir kurşun gibi saplanır Türkü'n yüreğine.
Zaman İkinci Dünya Savaşı yılları...
Rus ordusunda bulunan 243 asker ve subay Aras nehri üzerindeki Boraltan köprüsünden geçerek Türkiye’ye iltica etmişlerdi.
Bunların büyük çoğunluğu Azerbaycanlı Türk soydaşlarımızdı; bir kısmı da Özbek, Rus, Gürcü ve Ermeni mültecilerden oluşmaktaydı.
Savaş sonrası Sovyet hükümeti Türkiye'den bu sığınmacı askerlerin derhal iadesini talep eder.
Türk devlet geleneğinde, ister sivil olsun ister asker olsun, kendisine sığınan mültecileri geldikleri ülkelere teslim etmek yoktur.
Fakat, devir Millî Şef olarak tarihe geçen İsmet İnönü ve CHP devridir.
Sizin anlayacağınız Türk milliyetçilerinin tabutluklara konduğu yıllar...
Millî Şef ve CHP meseleyi kavrayacak ve değerlendirecek bir tarih şuuruna sahip değildir.
Ayrıca Sovyetler Birliği'ne karşı duracak ne cesaretleri, ne basiretleri ne de ferasetleri vardır. Hattâ onlara göre Türkiye dışında Türk yoktur.
Yapılan değerlendirmeler sonunda Bakanlar Kurulu tarafından 146’sı Azerbaycan Türk’ü olan 195 mültecinin Sovyetler Birliği’ne iade edilmesine karar verilir.
Sonradan iade edilecekler listesine iki kişi daha eklenir. Bunlar, Sovyetlerden kaçarak Almanya’ya sığınmış olan ve 1945 yılı başında Almanya’daki Türk öğrencileri Türkiye’ye getiren İsveç bandıralı vapur ile Türkiye’ye sığınan Kızılordu subayları Enver Anar ve Kadri Başaran’dır.
Her iki subay da doğrudan Türkiye’ye sığınmamıştı ve aslında mülteci kamplarında hiç kalmadıkları için iade listelerinde hiçbir şekilde yer almamaları gerekiyordu. Fakat anlaşılamaz bir şekilde iki subayın da iade edilecekler listesine dahil edilmesine karar verilir.
Kararı duyan Türk mülteciler göz yaşları içinde yetkililere yalvarırlar:
"Ne olur bizi teslim etmeyin, siz öldürün! Hiç olmazsa Türk toprağında, Türk bayrağı altında ölmüş oluruz."
Neticede Ankara'nın hukuki ve insani değerlerden yoksun bu kararı, ne yazık ki, uygulanır.
195’i Yozgat kampında, 2’si İstanbul’da akrabalarının yanında kalmakta olan 197 can, trenle nakledilerek 6 Ağustos 1945 Pazartesi günü Kars’ın Akyaka ilçesi Kalkankale sınır kapısında Rusların insafına teslim edilir.
Daha sınırı geçer geçmez elleri ve ayakları bağlanarak sınırın Türkiye tarafındaki Türk asker ve subaylarının gözleri önünde oracıkta kurşuna dizilip öldürülürler.
Olaya tanık olan posta müfettişi yedek subayın daha sonra psikolojik tedavi gördüğü, hattâ vicdan azabına dayanamayıp intihar ettiği söylenir.
Kamuoyu tepkisinden çekinen hükümet, olayın duyulmaması için büyük çaba gösterir. Basına sansür uygulanır; yazışmalar, görüşmeler ve mültecilerin nakli büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilir.
Bu trajik olay, tarihe Boraltan Köprüsü Faciası olarak geçer.
Azerbaycanlı şair Almas Yıldırım Dönek Kardeş başlıklı şiirinde Türkiye'ye sitemini şöyle dile getirir.
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz gardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.
Türk tarihine kara bir leke olarak geçen Boraltan Köprüsü Faciası Türkiye ve Azerbaycan halklarının hafızasında hâlâ canlılığını korumaktadır.
Aras’ın suyuyla yıkasan çıkmayacak bir yüz karası!