Hz. İbrahim ve Hz. İsmail zamanından beri Kâbe'yi ziyarete gelen hacılar Allah'ın konukları sayılır ve onları memnun etmek için Mekke halkı olağanüstü gayret gösterirdi.

Araplar, hacılara su ve benzeri içecek dağıtma hizmetine "sikâye" derlerdi.

Kâbe'nin anahtarlarını muhafaza etmek, temizliğini yapmak, yıkılan bozulan yerlerini onarmak gibi hizmetlere de "hicâbe" derlerdi.

Peygamber Efendimiz, Mekke'nin fethinden sonra bu iki hizmetin dışında Cahiliye devrinden kalma tüm iş ve işlemleri, Kureyş'in elinde bulunan görev ve sorumlulukları kaldırdı.

O tarihte, "sikâye" hizmetleri, aynı zamanda Hz. Peygamber'in amcası olan Hz. Abbas'ın, "hicâbe" hizmetleri ise Osman b. Talha'nın sorumluluğunda bulunuyordu.

Peygamber Efendimiz, Mekke'yi fethedince Bilâl-i Habeşî'yi Osman b. Talha'ya göndererek Kâbe'nin anahtarlarını getirmesini istedi.

Osman b. Talha, Bilâl-i Habeşî'ye "Sen git, ben getiririm." dedi ve anahtarları almak için annesi Sülâfe'ye gitti.

Çünkü, anahtarlar onda duruyordu.

Osman b. Talha çok yalvardıysa da annesi Sülâfe, anahtarları uçkurunun içine sokarak vermedi.

Osman'ın gecikmesi üzerine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer geldiler.

Onların sesini duyan Sülâfe korkarak anahtarları vermek zorunda kaldı.

Osman b. Talha da getirip anahtarları Peygamber Efendimize teslim etti.

Peygamber Efendimiz hutbesini bitirdikten sonra varıp Mescid-i Haram'ın bir köşesine oturdu.

Anahtarları elinde tutuyordu.

Önce "sikâye" hizmetlerini yine amcası Hz. Abbas'a verdiğini söyledi; çünkü Hz. Abbas bu işi çok iyi yapıyordu. Tâif'teki bağlarından getirdiği kuru üzümleri zemzem suyunun içine atar, şerbet yaparak hacılara ikram ederdi.

Fakat Hz. Abbas, "Babam, anam sana fedâ olsun yâ Rasulallah! Hicâbe hizmetleri ile sikâye hizmetlerini bizim üzerimizde birleştir!" diyerek diğer anahtarları da istedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Şüphe yok ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor." mealindeki Nisâ suresinin 58. âyetini okuyarak Kâbe'nin anahtarlarını tekrar Osman b. Talha'ya verdi.

Çünkü Osman b. Talha ve kabilesi o güne kadar bu işi çok iyi yapmıştı.

Böylece her iki emanet de ehil kişilere verilmiş oldu.

* * *

Emanet, korunması istenen maddî ve manevî değerlerdir.

Kişinin kullandıktan sonra sahibine geri vermek üzere aldığı her şey emanettir.

Hz. Peygamber, “Münafığın üç belirtisi vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” buyurmuştur.

Tarih bize göstermiştir ki insanlığın huzur ve saadeti iki şeyin varlığı veya yokluğu ile kazanılmış veya kaybedilmiştir.

Birincisi, "emaneti ehline vermek ve korumak…"

İkincisi de "adaletle hükmetmek."

Emanetler ehline verildiği ve adalete riayet edildiği zamanlarda insanlık huzur ve refah bulmuş; hıyanetler ve haksızlıklar ise kavgaların, savaşların, huzursuzlukların sebebi olmuştur.

Bu bağlamda devletin hizmet makamları da o makamlarda oturanlara verilmiş birer emanettir.

Emaneti koruyup gözeten ve bir hizmet aracı olarak kullananlara ne mutlu!

Emaneti kişisel çıkarları için kullanan ve ona ihanet eden münafıklara da yazıklar olsun!