Türk milletinin Anadolu coğrafyasında ebedî olarak hür ve bağımsız yaşama mücadelesinin tarihî bir belgesi olan İstiklâl Marşımız, aynı zamanda üzerinde yaşadığımız kutsal vatan topraklarının kanla ve canla yazılmış bir tapusudur.
İstiklâl Marşımız, milletimizin birlikte yaşama arzu ve iradesini, ortak duygularını, heyecanlarını, ümitlerini, terennüm eden kırk bir mısralık bir manzumedir.
Bu yazıda bir asır öncesine giderek İstiklâl Marşımızın yazılışı, millî marş olarak kabul edilişi ve bestelenişi hususlarında tarihe ayna tutup yaşanmışlıkları ortaya koymaya çalışacağım.
Millî Marş Fikrinin Ortaya Çıkışı
Osmanlı Devleti’nin belli bir istiklâl marşı yoktu. Uluslararası törenlerde, yabancı devlet adamlarıyla yapılan görüşmelerde padişahlar adına yazılmış ve bestelenmiş birbirinden farklı marşlar çalınıp söylenirdi. Donizetti Paşa’nın II. Mahmud için bestelediği Mahmudiye ve Abdülmecid için bestelediği Mecidiye marşları ile Necib Ahmed Paşa’nın II. Abdülhamid için bestelediği Hamidiye marşları millî marş gibi yıllarca çalınıp söylenmiştir.
Batılılaşma hareketiyle birlikte II. Mahmud döneminden itibaren devletin bir millî marşının olması gerektiği zaman zaman konuşulur olmuştu. Çünkü birçok Batılı devletin millî marşları vardı. Özellikle Fransız millî marşı Marseyyez, beste ve güfte olarak herkes tarafından bilinmekte ve beğenilmekteydi. İkinci Meşrutiyet’ten sonra bir millî marş hazırlatılması yönünde teşebbüsler olmuşsa da bunlar gerçekleşmemiştir.
23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ve millî mücadelenin başlaması ile millî marşa daha çok ihtiyaç duyulmaya başlandı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nden sonra yurdu işgal ve istilâ eden emperyalistlere karşı Anadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğinde kahramanca verilen bir mücadele vardı ve bu mücadelenin destanı olacak bir millî marş yoktu. Cephelerde savaşan askerlerin manevi desteğe ihtiyaçları vardı. Başlangıçta Mehmet Âkif’in "Ordunun Duası" adlı manzumesinin Ali Rıfat (Çağatay) tarafından yapılan bestesi, bütün askerî birliklerde okutulsa da milletimizin mücadele azmini, yaşama ümidini ve heyecanını manevî olarak diri tutup besleyecek bir marş yazılması artık kaçınılmazdı.
Nihayet Maarif Vekâleti Hâkimiyet-i Millîye gazetesinin 25 Ekim 1920 tarihli nüshasına “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine” başlığıyla bir ilan vererek yarışmayı hem şairlere hem de kamuoyuna duyurur. İlanda, Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından milletimizin iç ve dış düşmanlarla girmiş olduğu istiklâl mücadelesini ifade ve terennüm etmek üzere bir istiklâl marşı yarışması açıldığı, yarışmayı kazanacak eserin güfte ve bestesi için beşer yüz lira ödül konduğu, beste için ayrıca bir yarışma açılacağı belirtilir.
Yarışma duyurusu 7 Kasım 1920 tarihinde Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde ikinci defa, 22 Kasım 1920 tarihinde de Kastamonu’da yayımlanan Açıksöz gazetesinde yayımlanır. Yarışma konusunda bilgi verilmek üzere şairlere mektup, okullara da genelge gönderilir. Yarışmaya son katılım tarihi 23 Aralık 1920’dir. Bu tarihe kadar yarışmaya 700’den fazla eser katılır. (Bazı kaynaklarda 724 eserin katıldığı söylense de kesin rakam belli değildir.) O vakit Ankara’da bulunan Mehmet Âkif, para ödülü konduğu için yarışmaya katılmaz. Mehmet Âkif’e göre bir milletin millî marşı parayla yazılmaz, yazılmamalıdır.
Yarışma için verilen süre biter, şiirler Maarif Vekâletinde toplanır; ancak Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver), yarışmaya gönderilen metinleri beğenmez. Ona göre bunların arasında millî marş güftesi olmaya layık bir şiir yoktur. O, millî marş olacak şiiri ancak Mehmet Âkif’in yazabileceğine inanıyor ve Âkif’in mutlaka yarışmaya katılmasını istiyordu. Bu konuda Mehmet Âkif’in yakın dostu olan Karesi (Balıkesir) milletvekili Hasan Basri'ye (Çantay) böyle bir şiiri Mehmet Âkif'ten beklediğini söyleyerek Mehmet Âkif’in bu şiiri yazması için aracı olmasını ister. Hasan Basri'nin, Mehmet Âkif’in marş için hükümetçe konan 500 lira ödülden dolayı yarışmaya katılmadığını belirtmesi üzerine Hamdullah Suphi bu şartın Mehmet Âkif için kaldırılabileceğini ya da bir başka yolla halledilebileceğini ifade eder. Ayrıca Mehmet Âkif’e de 5 Şubat 1921 tarihli bir mektup göndererek endişe duyduğu ödül meselesini halletmek için pek çok tedbir olduğunu, memleketi bu etkili telkin ve heyecan vasıtası olacak şiirden mahrum bırakmamasını rica eder.
Mehmet Emin Erişirgil, İslâmcı Bir Şairin Romanı: Mehmet Âkif isimli eserinde, Âkif’in bu mektubu alınca iki defa okuduğunu söyler ve ilave eder: “İstiklâl Marşı’nı Âkif yazdı; fakat şu noktayı kesin olarak belirtmek lâzımgelir ki Hamdullah Suphi Bey’de Âkif’e karşı sevgi olmasaydı ve bu mektubu yazmasaydı, bu marş yazılmazdı.” Hamdullah Suphi’nin rica mektubu, Balıkesir milletvekili Hasan Basri Çantay’ın ısrarlı telkinleri işe yarar ve Âkif, marşı yazmaya karar verir. O tarihlerde Mehmet Âkif, Ankara’da bugün Altındağ ilçesinde bugün Hacettepe Üniversitesi Kampüsü sınırları içinde kalan Tâceddin Dergahı’nda kalmaktadır.
Mehmet Âkif, bir süreden beri üzerinde çalışmakta olduğu şiirini 7 Şubat 1921 tarihinde tamamlar ve Maarif Vekâleti'ne gönderir. Yakın dostlarının ifadesine göre Mehmet Âkif İstiklâl Marşı’nı yazdığı bu günlerde marşın sözlerini düşünerek kendinden geçmiş bir vaziyette yaşar. Meclis görüşmeleri sırasında, Hâkimiyet-i Milliyye gazetesinin idarehanesinde, her yerde kafasında hep İstiklâl Marşı vardır. Geceleri birden uyandığı zamanlar olur, kâğıt arar, bulamayınca kurşun kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara marşın "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım" mısrasıyla başlayan kıtasını yazar. Bu arada İstiklâl Marşı, "Kahraman Ordumuza" ithafıyla ilk defa Sebilürreşad dergisinin 17 Şubat 1921 tarihli 468. sayısında, dört gün sonra da Kastamonu'da çıkmakta olan Açıksöz gazetesinde yayımlanır. Mehmet Âkif’in İstiklâl Marşı’nı ne zaman yazmaya başladığını kesin olarak bilmiyoruz; ancak Hamdullah Suphi’nin ona gönderdiği mektubun tarihine ve İstiklâl Marşı’nın Sebilürreşâd’da yayımlandığı tarihe bakılırsa Mehmet Âkif, İstiklâl Marşı’nı 1921 yılı Şubat ayının ilk haftasında yazmıştır.
İstiklâl Marşı’mızın nasıl bir ortamda ve hangi şartlarda yazıldığını açıkça ortaya koymak bakımından burada Birinci İnönü ve İkinci İnönü zaferlerine değinmek gerekir. Çünkü o tarihlerde yurdumuzun büyük bir kısmı işgal altındadır. Bursa ve Uşak civarındaki Yunan kuvvetlerinin ilerleyişi sürmektedir. Nitekim İnönü önlerine kadar gelen Yunan ordusu 10 Ocak 1921’de 36 saat süren bir savaştan sonra Albay İsmet komutasındaki Batı Cephesi kuvvetlerimiz tarafından bozguna uğratılır. Büyük kayıplar veren Yunan ordusu 11 Ocak tarihinden itibaren kalan kuvvetlerini Bursa taraflarındaki eski mevzilerine çekmek zorunda kalır. Birinci İnönü Zaferi düzenli ordunun kazandığı ilk zafer olması açısından yurdun her yerinde, özellikle Ankara’da, millî bayram gibi kutlanır, orduya ve millete bir heyecan ve özgüven kazandırır. Yusuf Ziya Ortaç’ın ifadesiyle “Sevr’in teneşirine yatırılan Hasta Adam İnönü’de dirilmiştir.”
Yaklaşık iki ay sonra diğer Batılı devletlerin kışkırtmasıyla toparlanan Yunan ordusu 13 Mart 1921 tarihinde Bursa istikametinden harekete geçer ve birincisinde olduğu gibi İnönü sırtlarında Türk ordusunun direnişi ile karşılaşır. 31 Mart akşamına kadar süren kanlı çarpışmalar sonrasında İsmet Paşa’nın 1 Nisan 1921 tarihinde Mustafa Kemal’e çektiği telgrafta geçen ifadesiyle “düşman, ölüleriyle doldurduğu muharebe meydanını silahlarımıza terk etmiştir.” İkinci İnönü Zaferi olarak tarihe geçen bu zaferden sonra Yunan kuvvetleri Kütahya Dumlupınar istikametine doğru çekilir. Bu zafer, yurdun dört bir yanında ve dost ülkelerde sevinç gösterileriyle kutlanır, bazı Batı basınında bile Türk ordusu hakkında övgü dolu yazılar yazılır.
Görüldüğü gibi İstiklâl Marşı’mızın yazılışı ve TBMM’de görüşülüp millî marş olarak kabul edilişi, Birinci İnönü Zaferi ile İkinci İnönü Zaferi arasındaki bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Daha açık bir ifadeyle İstiklâl Marşı’nın TBMM’de görüşülmesi ve kabul edilmesi Birinci İnönü Zaferi’nden 45 gün sonra; İkinci İnönü Zaferinin kazanılmasından ise 18 gün öncedir. Bu bakımdan Nihad Sâmi Banarlı’nın şu sözü çok anlamlıdır: “Bana öyle gelir ki bu muazzam şiiri sade Âkif yazmadı: Kâğıda heyecanını dökenle toprağa kanını dökenler birleşerek yazdılar.”
İstiklâl Marşı, on beş gün içinde üç defa (26 Şubat, 1 Mart ve 12 Mart tarihlerinde) TBMM’nin gündemine alınarak müzakere edilir.
İstiklâl Marşı’nın ilk olarak Maarif Vekâleti'nden gönderilen bir tezkere ile TBMM’nin 26 Şubat 1921 tarihli oturumunda gündeme alındığını görüyoruz. İkinci Reisvekili Hasan Fehmi Bey’in –ki ATAÇ soyadını alacaktır- başkanlığında gerçekleştirilen bu oturumda İstiklâl Marşı okunmaz; yapılan tartışmalardan sonra oylama yapılır ve yedi şiirin basılarak çoğaltılması ve milletvekillerine dağıtılması kararlaştırılır.
İstiklâl Marşı’nın TBMM’de ilk defa okunduğu ve müzakere edildiği oturum 1 Mart 1921 tarihli oturumdur. Başkanlığını bizzat Mustafa Kemal’in yaptığı oturumun ikinci celsesinde Karesi (Balıkesir) milletvekili Hasan Basri (Çantay) Bey, Mehmet Âkif tarafından yazılan İstiklâl Marşı’nın güftesinin, Antalya Milletvekili ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey tarafından meclis kürsüsünden okunması için bir takrir (önerge) verir. Önerge, Reis Paşa (Mustafa Kemal) tarafından meclisin oyuna sunulur ve kabul edilmesi üzerine Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey kürsüye gelerek bir konuşma yapar ve İstiklâl Marşı’nın tamamını meclis kürsüsünden okur:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;”
Daha birinci mısradan itibaren milletvekillerinin şiddetli alkışları başlar ve her kıtanın sonunda alkış sesleri yükselerek devam eder. TBMM tarihî bir olaya tanıklık etmekte, Türk milletinin Mehmet Âkif tarafından şiire dökülen özgürlük aşkı, mukaddesatı, vatan sevgisi ve kahramanlık duyguları Hamdullah Suphi’nin sesinden meclis duvarlarını aşarak Ankara semalarında yankılanmaktadır.
“Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.”
Alkışlarla beraber “İnşallâh” nidâları yükselir.
Hamdullah Suphi marşı okuyup bitirir. Herkes marşın şairi Mehmet Âkif’in oturduğu tarafa bakar. Büyük şair, arka sıralardan birinde o kadar büzülmüştür ki onu görmek mümkün değildir. Bazı milletvekillerinin, «bir kere daha okunsun» diye bağırması üzerine Hamdullah Suphi kürsüye bir kere daha gelir ve aynı şekilde alkışlar ve tezahüratlar arasında İstiklâl Marşı’nı bir kere daha okur. 1 Mart 1921 tarihli bu oturumda İstiklâl Marşı resmen kabul edilmiş değildir. Oylama ve millî marş olarak kabul edilmesi 12 Mart 1921 tarihli oturuma kalır.
TBMM’nin İstiklâl Marşı ile ilgili üçüncü ve son oturumu 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 16:45’te Meclis’in ikinci reisi Abdülhak Adnan (Adıvar) başkanlığında yapılır. Maarif Vekâleti’nin İstiklâl Marşı hakkındaki tezkeresinin görüşüldüğü bu tarihî oturumu Meclis tutanaklarından aktarıyorum:
Antalya milletvekili ve Maarif Vekili HAMDULLAH SUPHİ -ki soyadı kanunu çıkınca TANRIÖVER soyadını alacaktır- bu toplantıda millî marşın belirlenmesi gerektiğini, bilahere bestekârlara yollanıp beste yaptırılacağını, bu konuda acele edilmesini talep eder.
Bursa milletvekili MUHİTTİN BAHA -ki soyadı kanunu çıkınca PARS soyadını alacaktır- söz alır. Milli Marş müsabakası ilan edildiği zaman müsabakaya iştirak ettiğini; M imzalı şiirin kendisine ait olduğunu, ancak gelinen noktada yarışmadan çekildiğini; ayrıca yarışmaya bir şiir gönderen Kemâlettin Kâmi’nin de aynı sebepten dolayı şiirini geri aldığını beyan eder.
Trabzon Mebusu Celal, yazdığı şiirin okunmasını talep eden bir önerge verir, bunu başkaları da takip edeceği için kabul edilmez.
Kırşehir mebusu Yahya Galip Bey, Muhittin Baha Bey’in şiirini kürsüde okuması için önerge verir. Oylanır, kabul edilmez.
Bu oturumda, milli marşın nasıl belirleneceği noktasında tartışmalar olmuştur.
Kütahya milletvekili BESİM ATALAY, ısmarlama şiirlerin yaşamayacağını, halk arasında hâlâ yaşayan Cezayir marşının müsabaka ile yazılmadığını belirterek Fransız inkılabı sırasında söylenen Marseyyez’i örnek verir. «Ismarlama şiirlere memleketin verilecek parası yoktur.» der.
Hamdullah Suphi Bey, para ile şiirler arasında ilgi kurmak doğru değildir, der. Süreci bir kere daha anlatır. Şiirleri okuyunuz. Ben istirham ediyorum ki bir an evvel bu şiirin bestelenmesi için bir karar ittihaz ediniz ve bütün milletin lisanına geçmesi için istical buyurunuz, bir karar veriniz, tebliğ ediniz, ben de mesaimin ikinci kısmına geçeyim.
Konuşmalardan ve verdikleri önergelerden anladığımıza göre; Bolu milletvekili Tunalı Hilmi Bey, Elaziz milletvekili Hüseyin Bey, Ertuğrul milletvekili Necip Bey, İzmit milletvekili Hamdi Namık Bey, Kangırı milletvekili Hacı Tevfik Efendi, Kütahya milletvekili Besim Atalay, Muş milletvekili Abdülgani Bey, Saruhan milletvekili Avni Bey, «TBMM’nin bir edebi meclis olmadığını, bu işin meclisin işi olmadığını söylerler. Bu işi Maarif encümeninin halletmesini; ancak Maarif encümeninin başkanının da Mehmet Âkif olması nedeniyle şairlerden ve bestekârlardan teşkil edilecek yeni bir encümenin seçmesi gerektiğini» söylerler.
Muhalif grubun konuşmalarına ya Maarif vekili ve Antalya milletvekili Hamdullah Suphi ya da Karesi milletvekili Hasan Basri Bey cevap verir. Hamdullah Suphi Bey, milletvekillerinin halkın temsilcileri olduğunu, bu iş için yeni bir encümen kurulsa bile bu encümeninin kararının yine TBMM’ye geleceğini, yine aynı durumun yaşanacağını, daha önce seçilmiş yedi şiirin oylanmasını ve birinin milli marş olarak seçilmesini rica eder.
Karesi mebusu Hasan Basri Bey bir önerge vererek «Mehmed Âkif Bey’in şiirinin millî marş olarak seçilmesini» teklif eder. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, Bursa milletvekili Emin Bey, Isparta milletvekili İbrahim Bey, Kastamonu milletvekili Dr. Suat, Kırşehir milletvekili Yahya Galip Bey ayrı ayrı önerge vererek Hasan Basri Bey’in önergesi doğrultusunda görüş beyan ederler.
Meclis Başkanı Adnan Adıvar, müzakerelerin yeterli olduğunu açıklayarak Hasan Basri Beyin önergesini oylatır ve ekseriyeti azîme ile, yani büyük bir çoğunlukla Mehmed Âkif’in yazdığı İstiklâl Marşı Türkiye Cumhuriyeti devletinin millî marşı olarak kabul edilir.
Konya mebusu Refik Bey, milletin ruhuna tercüman olan bu marşın ayakta okunmasını teklif eder. Refik Bey’in teklifi olumlu karşılayan Başkan Adnan Bey “Heyeti muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabii resmi bir İstiklâl Marşı olarak tanınmıştır. Binaenaleyh ayakta dinlemeniz icap eder.” diyerek milletvekillerinin ayağa kalkmasını rica eder. Hamdullah Suphi kürsüye gelir ve İstiklâl Marşını bir kere daha okur.
Tarih 12 Mart 1921’dir. Mehmet Âkif Ersoy tarafından yazılan ve kahraman ordumuza ithaf edilen İstiklâl Marşı, TBMM tarafından alkışlarla, dualarla, gözyaşlarıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin millî marşı olarak kabul edilir. Marş, ilk olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmetinin resmî gazetesi olan Ceride-i Resmiyye’nin 12 Mart 1921 tarihli 7. sayısında, iki gün sonra da 14 Mart 1921 Pazartesi günü Ankara’da çıkan Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde yayımlanır.
Hasan Basri (Çantay), Mustafa Kemal Paşa'nın marş okunurken sıraların önünde ayakta dinlediğini ve sürekli alkışladığını kaydeder. Nitekim Mustafa Kemal’in İstiklâl Marşı ile ilgili şu sözleri onun gelecek kuşaklara bir vasiyeti olarak algılanmalıdır:
“Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklâl Marşı’nda İstiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır; Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur. İstiklâl Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyâr anlamalıdır ki Türk’ün her şeyi, hatta en mahrem hisleri bile, tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla!.. Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki efendiler: Türk’ün hürriyetine dokunulamaz.!”
Mehmet Âkif ısrar edilirse de Muvâzene-i Umûmîye bütçesinden tahsis edilen 500 lira ödülü almaz, fakir Müslüman kadınlara ve çocuklarına iş öğretmek amacıyla kurulan ve o yıllarda cephedeki askerlere elbise diken Dârülmesâî adlı bir vakfa bağışlar.
Marşın böyle bir atmosferi yansıtmış olduğu, kendisinin de daha sonra bunu Safahat'a almayarak, "O benim değil milletimindir." demesinden ve "Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!" temennisinden de anlaşılmaktadır.
İstiklâl Marşı, gerek nazım tekniği gerekse muhteva bakımından bir şaheserdir. Türk ve dünya edebiyatında onunla mukayese edilebilecek başka bir şiir yoktur. Buna rağmen, İstiklâl Marşı'na zaman zaman bazı eleştiriler yöneltilip yerine çağdaş bir marş yazılması gibi teklifler yapılmışsa da bunlar her defasında çoğunluğun tepkisiyle karşılanmış ve kabul görmemiştir. Bu gibi tartışmaların önünü almak için 1982 Anayasası’nın 3. maddesine, "Türkiye Devleti'nin millî marşı İstiklâl Marşı'dır" bendi eklenmiş ve 4. maddesinde resmî dili, bayrağı, başkenti gibi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükümleri arasında sayılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda Mehmet Âkif'in yazdığı İstiklâl Marşı'nın milli marş olarak kabulünden bir gün sonra meclis ikinci reisi Abdülhak Adnan (Adıvar) imzasıyla bestesi için gereken çalışmaların yapılması Maarif Vekâleti'ne bildirilir. Vekâlet aracılığıyla Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) Umum Merkezi'nce 500 lira ödüllü bir beste yarışması açılmasına karar verir. Bu yarışma ile ilgili duyuru, 17 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliyye gazetesinde yayımlanır. Tanınan sürenin sonunda Maarif Vekâleti'ne yirmi dört beste ulaşır.
Bestekârlar arasında isimleri tespit edilebilenler şunlardır: Ali Rıfat (Çağatay), Ahmet Yektâ (Madran), İsmail Zühtü, Rauf Yektâ Bey, Mehmet Zâti (Arca), Kâzım (Uz), Mehmet Baha (Pars), Mustafa (Sunar), Sadettin (Kaynak), Giriftzen Âsım Bey, Bedri Zabaç, Necati (Başara), Hüseyin Sadettin (Arel), Hasan Basri (Çantay), Muallim İsmail Hakkı Bey, Abdülkadir (Töre), Halit Lemi (Atlı), Ahmet Cemalettin (Çinkılıç), Mehmet Suphi (Ezgi), Osman Zeki (Üngör).
Bestekârların bu çalışmalarını İstanbul'daki bir kurula havale etmek üzere meclisten izin isteyen Maarif Vekili Mehmet Vehbi (Bolak), milletçe ıstırap içerisinde bulunulan şu günlerde marştan daha önemli işlerin olduğu şeklinde itirazlarla karşılaşır. Çünkü ülke art arda gelecek büyük savaşların, İkinci İnönü, Sakarya ve Dumlupınar Meydan Savaşları’nın hazırlığı ve telâşı içindedir. Bunun üzerine yapılan müzakerelerin ardından meclis reisinin, eserleri Ankara'daki bir musiki heyetine inceletme teklifi olumlu karşılanır. Ancak Ankara'da böyle bir heyet bulunmadığından bestelerin değerlendirilmesi konusu bir süre ertelenir. Bu arada bestelerin Paris Müzik Akademisi'nce seçilmesi fikri ortaya atılır. ancak milletvekilleri tarafından pek hoş karşılanmayan bu karardan da vazgeçilir.
Böylece İstiklâl Marşı’nın bestesiyle ilgili çalışmalar sonuçsuz kalır. Hal böyle olunca bir süre Türkiye’nin değişik bölgelerinde değişik besteler çalınır. Beste yarışmasına katılan bestekârlar kendi bestesini bulunduğu şehir ya da bölgede yaymaya çalışır. Örneğin; Edirne ve civarında Ahmet Yektâ (Madran)'nın, İstanbul'un Rumeli yakasında Mehmet Zâti (Arca)'nin, Anadolu yakasında Ali Rifat (Çağatay)'ın, İzmir ve Eskişehir'de İsmail Zühtü'nün, Balıkesir ve yöresinde Hasan Basri (Çantay)'nin, Ankara ve civarında Osman Zeki (Üngör)'nin bestelerinin okunduğu bilinmektedir. Özetle, İstiklâl Marşı TBMM’de millî marş olarak kabul edildiği 12 Mart 1921 tarihinden 12 Temmuz 1923 tarihine kadar (2 yıl 4 ay) yurdun değişik bölgelerinde farklı bestelerle çalınıp söylenmiştir.
İstiklâl mücadelesinin zaferle sonuçlanmasından sonra İstiklâl Marşı’nın bestelenmesi tekrar gündeme gelir. Maarif Vekâleti 12 Şubat 1923 tarihinde İstanbul Maarif Müdürlüğüne bir yazı gönderir. Bu yazıda mevcut marş bestelerinin bir komisyon tarafından incelenerek uygun bestenin seçilmesi istenir. Musiki Encümeni Reisi Ziya Paşa başkanlığında toplanan komisyon, çalışmalarını 12 Temmuz 1923’te tamamlar ve Ali Rifat (Çağatay)’ın bestesini kabul eder. Bu seçime farklı kesimlerden birtakım itirazlar olduysa da bu beste 1930 yılına kadar yaklaşık yedi yıl çalınıp söylenir. 1930 yılında, Maarif Vekâleti tarafından resmi kuruluşlara gönderilen bir genelge ile bundan böyle Riyâset-i Cumhur Mûsiki Heyeti şefi Osman Zeki (Üngör)'nin İstiklâl Marşı bestesinin Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî marşı olarak kabul edildiği bildirir. Böylece 1930 yılından bugüne kadar 84 senedir İstiklâl Marşı’mız Osman Zeki (Üngör)’nin bestesi ile çalınıp söylenmektedir.
İstiklâl Marşımız, edebî yönüyle bir şaheser, tarihî yönüyle topyekûn yok edilmek istenen bir milletin Zümrüdüanka gibi küllerinden yeniden doğduğu şanlı mücadelesine ayna tutan bir vesikadır.
İstiklâl Marşımız, rengini şehit kanlarından alan ay yıldızlı bayrağımız gibi, şehadetleri dinimizin temeli olan ezanlarımız gibi mukaddes bir değerimiz olup Türk milleti var oldukça vatan semalarında okunacak ve söylenecektir.
https://www.youtube.com/channel/UC7ksifUTA_wwUXzfC8o_5Rw