Namık Kemal, 2 Aralık 1888 günü sürgünde bulunduğu Sakız adasında 48 yaşında hayatını kaybeder. Vasiyeti üzerine Padişah II. Abdülhamit’in izniyle naaşı Gelibolu’ya nakledilir. Bolayır’da Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Gazi Süleyman Paşa’nın türbesinin yanına defnedilir.

 

Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem, babasının aziz hatırasına hürmeten 1934’te Soyadı Kanunu çıkınca BOLAYIR soyadını aldı. 

 

Namık Kemal’in vefatından sekiz sene sonra 1896 yılında Ali Ekrem Bolayır’ın bir oğlu dünyaya gelir. Dedesi Namık Kemal’e ve onun romanı Cezmi’ye izafeten ismini Mehmet Kemal Cezmi koyarlar.

 

Cezmi, Namık Kemal’in Osmanlı-İran savaşlarını konu alan ünlü bir romanın adıydı. Türk edebiyatının ilk tarihî romanı kabul edilen eserde, romanın başkahramanı Cezmi bu savaşlara katılmış ve büyük kahramanlıklar göstermiş bir Türk gencidir.

 

Namık Kemal’in torunu Cezmi altı yaşından itibaren özel hocalardan eğitim almaya başlar. İyi derecede Fransızca öğrenir, müzik eğitimi alır.

 

Ailesi Cezmi’yi Beyoğlu’ndaki özel bir Fransız okuluna kaydettirir. Cezmi iki yıl bu kolejde okuduktan sonra yatılı olarak iki yıl daha okuyacağı Kadıköy’deki Fransız Saint Joseph Koleji’ne geçirilir.

 

Ali Ekrem oğlu Cezmî’yi dedesi Namık Kemal’e lâyık bir torun olarak yetiştirmek istiyordu. 1909 yılında Cezmi’nin eğitimini tamamlatmak üzere İsviçre’ye götürüp onu Lozan’da özel ve yatılı bir okula kaydettirir, ancak yaklaşık beş ay sonra çocuğu geri getirir. Cezmi Galatasaray Lisesine başlar ve burada eğitimini tamamlayarak diploma alır.

 

O yıllarda Cezmi'nin müzik hocası kendisinden yaşça hayli büyük Belçikalı evli bir kadındır. İşte ne olduysa bu sıralarda olur! Cezmi, hocasına âşık olur. Belçikalı kadın ise Cezmi'nin kendisine olan bu meylini çocukça bulur, onu kırmadan durumu idare etmeye çalışır.

 

Nihayet aşkına cevap alamayan Cezmi, 6 Mart 1917 günü, Şişli'de misafir olarak gittikleri akrabalarının evinde, ev sahibinin tabancasını ele geçirerek intihar eder. Yaralı olarak hastahaneye kaldırılır; fakat bütün çabalara rağmen kurtarılamaz ve iki gün sonra vefat eder.

 

Tasvir-i Efkâr gazetesi bu olayı 8 Mart 1917 Perşembe günkü sayısında “Cezmi Bey’in İrtihali” başlığıyla kamuoyuna duyurur.

 

Cezmi’nin intiharı, bütün İstanbul’da şok etkisi yaratır. Namık Kemal'in oğlundan olan ilk torunu Cezmi, İstanbul’da, Nuruosmaniye Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra görkemli bir törenle İstanbul Çemberlitaş’ta Divan Yolu üzerinde bulunan II. Mahmut türbesinin haziresinde toprağa verilir.

 

Cezmi'nin feci şekilde hayatına kıyması ailesini perişan eder. Zavallı babası Ali Ekrem, bu felâket karşısında, Recaizade Mahmut Ekrem’in genç yaşta ölen oğlu Nejat için yazdığı mersiyelere benzeyen şiirler yazarak kendini avutmaya çalışır.

 

Cezmi’nin intiharı aile ve toplum hayatı açısından büyük dersler içerir. Ayrıca bu olay, eğitimin, özellikle çocuk eğitiminin önemine dair bir ibret öyküsüdür.

 

Cezmi doğumundan itibaren üzerinde titrenmiş, sürekli el üstünde tutulmuş, her istediği yapılmış kısacası hayatın acı gerçeklerini tanımadan el bebek gül bebek büyütülmüştür. Ailesi ona bütün imkanları sunmuş, istediği her şeye kolayca sahip olmuştur. Halbuki bilinen bir tabiat kanunudur ki «her nimetin bir külfeti vardır.» Fakat Cezmi hiçbir külfete katlanmadan bizim hayal edemeyeceğimiz nimetlere kavuşmuştur.

 

Onun için diyoruz ki, çocuğunuz düştüğünde koşup onu hemen kaldırmayın; bırakın kendi kalksın. Eğer siz kaldırırsanız her düştüğünde etrafına bakınıp sizi arayacaktır. Halbuki siz ebedi olarak onun yanında olmayacaksınız.

 

Cezmi ailesi ve çevresi tarafından idealize edilmiş bir gençtir. Ailesi ve çevresi tarafından Cezmi’ye kaldıramayacağı sorumluluklar yüklemiştir. Bugün birçok ebeveynin yaptığı gibi o da kendi başaramadıklarını onun başarması için çabalamıştır. “Kemal” ismine layık bir torun yetiştirme hırsıyla oğlunu âdeta yarış atı gibi görmüştür.

 

Hâlbuki Cezmi, istenen ölçüde güçlü ve dirayetli bir çocuk değildir. Naif yapılı, müzisyen ruhlu ince biridir. Üstelik bebekliğinden itibaren pek çok hastalık geçirmiştir. Cezmi, yüklendiği sorumluluklar altında bedenen ve ruhen ezilmiştir.

 

Cezmi’ye “vatanın ümidi” olduğu fikrini aşılanmış, “Kemal Bey’in torunu” diye hitap edilmiş, «Büyük adam olacaksın.» gibi sözler söylenerek sürekli yüceltilmiştir. Bu söylemlerden kaynaklanan şımarıklığı nedeniyle Cezmi arzu ve isteklerinde ısrarcı ve takıntılı bir çocuk olmuştur.

 

Bütün bunlara ilaveten doğumundan ölümüne kadar aile ve okul hayatına Fransız dil ve kültürünün hâkim olması Cezmi’yi millî ve manevi değerlerden uzak alafranga bir tipe dönüştürmüştür.

 

Zaman, Türk milletinin varlık-yokluk mücadelesi verdiği I. Dünya Savaşı yıllarıdır. Cezmi’nin akranları imparatorluğu bir gün daha ayakta tutmak için cephelere koşuyordu. İstanbul Lisesinin, Konya Lisesinin, Kayseri Lisesi’nin o yıllarda mezun vermediği, bütün öğrencilerinin gönüllü olarak Çanakkale’ye savaşa gittikleri ve bir daha dönmedikleri tarihi bir hakikattir.

 

Aynı yıllarda toplumun ileri gelenleri resmî kurumlarda yürütülen eğitim-öğretim faaliyetlerini yeterli ve faydalı bulmazlar; çocuklarını Batılı anlayışla çağın yeni metotlarına göre eğitmeyi hedeflerler, yabancı okullarda okuturlar, özel dersler aldırırlar ve yurt dışına eğitime gönderirler.

 

Bu gençler millet, vatan, din gibi manevi değerleri içselleştiremediklerinden kendi kültürlerine yabancı kalırlar.

 

İşte Namık Kemal’in torunu Cezmi de bunlardan biridir. Netice itibarıyla vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal’in torunu Cezmi, ailesinin ve toplumun kendisine biçtiği rolün gereklerini yerine getirememiş ve genç yaşta hayat veda etmiştir.

____________________

Video adresi:

https://www.youtube.com/watch?v=nSq30pQ4nj4&rco=1