Günümüze yalan söyleme davranışı, gündelik hayatın bütün parçalarına nüfuz ettiği gibi siyaset alanının kılcal damarlarına kadar sızmış ve siyaset artık “yalan söyleme sanatı” olarak tanımlanabilecek bir duruma gelmiştir. 

Her toplumda, yalansız siyaset olamayacağına dair genel kabul vardır. Birçok kişi yalanın siyasetin doğasında olduğuna, yalan söylemeyen bir kişinin siyasette başarılı olamayacağına inanmaktadır. 

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz dönemde artık, “yalan” ile “hakikat” birbirlerinin zıttı kavramlar olmaktan çıkmıştır. Siyasi yalan öylesine yaygınlaşmıştır ki, insanların çoğunluğu, gerçeği araştırmak yerine süslü cümlelerle, yaldızlı imgelerle bezenmiş yalanlara tapar hâle gelmiştir.

Bir siyasetçi neden yalan söyler ya da yalan söyleme ihtiyacı duyar? Cevap gayet basit: Siyasetçi, kitleleri ikna ederek muhalefette ise iktidarı ele geçirmek, iktidarda ise iktidarını devam ettirmek veya daha güçlendirmek için yalan söyler.

İktidar sahiplerinin en çok söylediği yalanlardan biri, “ben olmasam toplum felakete sürüklenir.” yalanıdır. Bunu söylemekle güya yalanını ahlâkî bir kılıfa büründürmektedir. Bu söylem, tren yollarında çalışan bir makasçının “ben olmasam trenler birbirine girer.” demesi gibidir. Halbuki o makasçıdan önce de o makasçı emekli olduktan sonra da trenler birbirine hiç girmemiştir. “İktidarda biz olmasak bunlar ülkeyi batırır, çalışanların aylıklarını bile veremezler.” diyen siyasetçinin yalanı da bu türden kuyruklu bir yalandır.

Buradaki durum tamamen Makyavelist bir yaklaşımla gerçeklikten uzak bir söylemin topluma dayatılmasıdır. İktidar, iktidar gücünün çeşitli aparatları ile toplumda algı oluşturarak kitleleri buna inandırabilir. Toplumun haber alma araçları olan onlarca gazete, onlarca radyo ve televizyon, aynı yalanı onlarca defa tekrar ederse o yalan hakikate dönüşür ve bu sefer ona inanmayanlara başka bir gözle bakılmaya başlanır.  

Gelin bir de yalana inananların durumunu analiz edelim. Büyük kitleler nasıl oluyor da yalana bu kadar kolayca inanabiliyor?

Birincisi, söylenen yalan toplumsal inanç ve değerleri destekleyen, toplumun manevi duygularına ve tarihsel bilincine uygun yönde bir işlev gösterdiğinde bireyler, mesajın gerçekliğini araştırma ihtiyacı hissetmez, hemen inanıverirler.

Aynı şekilde hitap edilen topluluğun ideolojik bakış açısını destekleyen mesajlara, o ideolojiye sahip olan kitleler, yalan da olsa inanmaya hazırdır. Yani, kitleler, ideolojilerine, değerlerine, inançlarına uygun olarak söylenen ve gösterilen her şeyi hakikat olarak algılamaktadır.

Toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu, kendi maddi koşulları iyi olmadığı durumlarda bile ideolojik olarak siyasi iktidarla örtüştüğü takdirde geçim sıkıntısı çekse bile maddi koşullarını görmezden gelerek lideri ve partisini destekleyebilir. Ekonomik durumun kötülüğünün iktidardan kaynaklanmadığına, muhalefetin veya dış güçlerin bu duruma sebep olduğuna, iktidar daha güçlü olduğu takdirde ekonominin de daha iyi yönde gideceğine inanır ve dolayısıyla bilinçli olarak aldanmak yönünde motive olur.

İletilen bir mesajın gerçekliğinin şüpheden arındırılabilmesi için ciddi bir araştırma yapılması gerekir. Bu ise oldukça zahmetli bir iştir. Zahmetini bir tarafa bırakın, mektep görmüş insanların bile araştıramayacağı teknik konular vardır. Mesela, iktidar işçi, memur ve emeklilerin aylıklarında yapacağı artışı düşük tutmak için yıllık enflasyon rakamını, kendi egemenliği altındaki kurumlar aracılığıyla olduğundan daha az gösteriyor. Bunu bilmeyen yok. Ancak, iktidarın açıkladığı enflasyon rakamının doğruluğunu veya yanlışlığını kim araştırabilir ki!.. Hem araştırsa bile ona kim inanır?

Bu nedenle, gerçekliğinden şüphe duyulan veya gerçekliklerden kopuk olduğu ortada olan bir söyleme bile aldanılması yalanın hakikat hâline gelmesine neden oluyor.

Sonuç olarak, insanlık tarihinde kadim çağlardan bugüne siyasette yalan ve hakikat ilişkisi daima var olmuş ve tartışılmıştır. Bugün de iktidarlar, iktidarlarını sürdürmek ya da istikrar, düzen, nizam adına hakikatlerin üstünü yalanlarla örterek meşruiyetlerini sürdürmektedir. 

Buna karşılık, insan psikolojisindeki genel eğilim doğrultusunda, kitleler kendisi gibi olmayanlara, düşünmeyenlere, giyinmeyenlere, eğlenmeyenlere, inanmayanlara karşı bir duruş sergilerken kendisi gibi olanların, yanlışlarına, hatalarına, suçlarına, kötülüklerine ve yalanlarına karşı gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapatmaktır.

Bu eğilimden vazgeçildiği takdirde, herkes en büyük eleştiriyi ve muhalefeti kendi mensubu olduğu kitle ve düşüncelere yönelttiğinde örtülü hakikatin üzeri kendiliğinden açılacaktır.