Bugün dünyada “kalkınma” ya da “gelişmişlik” dendiği zaman, yalnızca “büyüme” ve “ekonomik gelişmişlik düzeyi” anlaşılmamaktadır. İnsanı temel alan “gelir”, “sağlık” ve “eğitim” göstergeleri dikkate alınarak, ülkelerin kalkınmışlık ve gelişmişlik düzeyleri belirlenmektedir. Yaşam süresinin artması, eğitim seviyesinin yükselmesi, kişi başına düşen gayri safi milli hasılanın artması bir ülkenin gelişme endeksinin yüksek olduğunu göstermektedir.
Ekonomik gelişmişlik, teknolojik alanda ilerleme, doğal zenginlik kaynakları, savunma gücü ve ordu, bir ülkenin uluslararası düzeyde gücünü ve itibarını belirleyen unsurlardır.
Bütün bunlardan daha önemli olan bir unsur daha vardır ki o da “beşeri güç” ya da “beşeri sermaye” olarak ifade edilen “yetişmiş, nitelikli insan varlığı”dır. Diğer unsurlar zamana göre değişkenlik gösterebilir. Kimi zaman askerî güç, ülkenin gücünü belirleyen en önemli unsur iken kimi zaman da ekonomik güç önemli olabilmektedir. Beşeri güç ise her zaman önemlidir ve hiçbir güç onun yerini tutamaz. Çünkü diğer unsurları tasarlayan, üreten ve kullanacak olan bilim ve bilgiyle donatılmış “beyin gücü”dür; yani “insan”dır.
Tarih bize göstermiştir ki sosyo-ekonomik ve kültürel atılımlar, her zaman “beyin gücü” ile olmuştur ve bundan sonra da aynı şekilde bilgiyi üreten ve kullanabilen “beyin gücü” ile olacaktır.
Bu gerçeğin farkında olan birçok gelişmiş ülke, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden nitelikli işgücü çekebilmek için burs, yüksek ücret, çalışma şartlarının kolaylaştırılması vb. konularda bazı politikalar uygulamaktadır. Böylece az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin “beyin gücü” gelişmiş ülkelere doğru akmakta ve “beyin göçü” oluşmaktadır.
Niteliksiz insan gücü üzerinde gerçekleştirilen göç hareketlerinde oldukça sert ve tavizsiz politikalar uygulayan gelişmiş ülkeler, nitelikli insan gücünün transferinde herhangi bir sınırlama yapmamakta, tam tersine beyin göçünü kolaylaştırıcı ve teşvik edici politikalar uygulamaktadır.
Neticede gelişmiş ülkeler transfer ettikleri beyin gücünden oldukça büyük faydalar sağlarken beyin göçü ile insan gücünü kaybeden ülkeler büyük sıkıntılara maruz kalmaktadır. Kıt ve sınırlı kaynakları ile yetiştirdiği kişileri kaybeden az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin beyin göçü nedeniyle gelişmeleri daha da yavaşlarken, gelişmiş ülkelerin yetişmiş beyinlere daha yüksek ücret ve daha iyi olanaklar sağlaması sonucunda gelişme ve kalkınmaları daha da hızlanmaktadır.
Beyin göçünün en yoğun olarak yaşandığı ülkelerden biri de ne yazık ki Türkiye’dir. Son yıllarda bilim ve teknoloji alanında iyi yetişmiş, ileri düzeydeki meslek ve bilim adamlarımız ile yetenekli uzmanlarımız, gelişmiş bir ülkede yerleşip çalışmak amacı ile Türkiye’yi terk etmekte ve bir başka ülkenin vatandaşı olmaktadır.
Yüksek öğrenimlerini yurt dışında yapmak amacıyla, Türkiye’nin önde gelen liselerini bitirip üniversite tercihini yurt dışından yana kullanan öğrencilerin sayısı her yıl giderek artıyor. Ülkemizde, özellikle yabancı liseler beyin göçü açısından gelişmiş ülkelerin kaynağı durumuna gelmiştir. İstanbul Lisesi'nden 2024 yılında mezun olan 155 öğrenciden 146’sı Almanya ve İsviçre'deki üniversitelere gitmiş, sadece 9’u Türkiye'deki üniversiteleri tercih etmiştir.
Köklü bir geçmişe sahip olan, Çanakkale savaşlarında gönüllü olarak cepheye giden ve Kanlısırt’ta şehit düşen 50 öğrencisiyle tarihe geçen İstanbul Lisesi’nin bugün mezun olan öğrencilerinin tamamına yakını yurt dışına giderek oralarda iş gücüne katılıyorsa başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmemiz gerekmiyor mu?
Yabancı dille eğitim veren üniversiteler de aynı şekilde batılı ülkeler için bir beyin göçü kaynağı olarak çalışmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ gibi üniversitelerin özellikle temel bilimler ve mühendislik bölümlerinin öğrencileri üniversite yıllarında iken ABD, İngiltere gibi ülkelerden burs temin ederek, mezun olur olmaz yurtdışına gitmektedirler. Başta ABD, Kanada, İngiltere ve Almanya olmak üzere birçok ülkede binlerce Türk meslek ve bilim adamının olduğu bir gerçektir.
Eğitim kanalıyla gelişmiş ülkelere gidenlerin önemli bir kısmı geri dönmemekte ve gittikleri ülkede işgücüne dahil olmaktadırlar. Genellikle bu insanlar ülkemizde yaşanan bir dizi olumsuzluklardan şikâyet ederek, ülkemizle bağlarını koparmış, gittikleri ülkelerin vatandaşı olmuşlardır.
Gidilen ülkelerin eğitim seviyesi ve imkanları Türkiye’ye göre daha iyi olabilir; ancak gençlerimizin âdeta ülkemizden kaçarcasına gidişinin ve bir daha dönmeyişinin en önemli sebebi bence eğitimimizin yeterince “millî” olmaması ve gençlerimizde “kültürel aidiyet” duygusunun oluşturulmamasıdır.
Bana göre, bilim ve teknoloji milli kültürün parçasıdır ve ülkemizin kalkınmasında hayati öneme haizdir. Evet, bilim evrenseldir; ancak bilimin evrensel olması bilimsel kanunların, kuralların, sonuçların zamanı, mekânı, milliyeti, ırkı, cinsiyeti, dili, dini olmamasıdır.
Bilimin vatanı yoktur, fakat bilim adamının vatanı vardır. Bilim adamının vatanı, üzerinde yaşadığı toprak, doğduğu ve eğitim gördüğü yerdir. Ben, her bilim adamının kendisini büyüten, okutan ve çalışma ortamı sunan vatanına karşı bir “vefa borcu” olduğunu düşünenlerdenim.
Türk Devleti’nin kıt kaynaklarıyla gençlerin eğitimi için yaptığı yatırım çok önemlidir. Devlet kaynaklarıyla alanlarında yurt dışına uzmanlaşmaya giden nitelikli kişilerin bir kısmının ülkeye geri dönmemeleri ülke için tam bir “kayıp”tır.
Ülkemizin beyin göçü ile beşerî sermayesini kaybetmesini önlemek için şunlar acilen hayata geçirilmelidir:
Eğitim sistemimiz, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olan alanlarda geliştirilmeli, ihtiyaçlar doğrultusunda nitelikli uzmanlar yetiştirilmeli ve bu kişilerin istihdamı temin edilmelidir. Türkiye’nin hangi alanda, hangi vasıflarda, kaç elemana, ne kadar süre içinde ve ne kadar süre ile ihtiyacı olduğunu belirleyecek ciddi bir “eğitim planlaması” yapılmalıdır.
İnsanların ülkelerinde kalmalarını sağlayıcı uygun ortamlar ve şartlar oluşturulmalı, itici faktörleri çekici hale getirmelidir.
Türkiye’den başka ülkelere göç ederek oralarda yaşayan bilim adamlarımız ve halen lisansüstü eğitim yapan genç beyinlerimiz hakkında sistematik bilgiler toplanarak onların bilimsel çalışmaları takip edilmeli ve ülkemize faydalı katkıları sağlanmalıdır.
Kısa vadede, geri dönüşü teşvik edici programlara ağırlık vererek kaybettiğimiz değerlerin ülkemize geri dönmelerini sağlayacak ‘özendirici’ tedbirler alınmalıdır.