Hz. Ömer, Hz. Peygamber Efendimizin ikinci halifesidir. Hz. Ebu Bekir'den sonra sahabenin en büyüğüdür.

 

Aşere-i Mübeşşere'den, yani cennetle müjdelenen on kişiden, biridir.

 

Babası, Kureyş'in ileri gelenlerinden Hattab bin Nüfeyl, annesi Ebu Cehil'in amcası Haşim'in kızı Hanteme'dir.  

 

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Miladî 584 olması kuvvetle muhtemeldir.

 

Çocukluğunda koyun çobanlığı yapmış, gençliğinde ise ticaretle meşgul olmuş, birçok memlekete gidip gelmiştir.

 

Hz. Ömer, çok heybetli, cesur ve kuvvetliydi. Hicaz bölgesinin en büyük panayırı olan Ukaz'da yapılan güreş müsabakalarında defalarca birincilik kazanmıştı.

 

Hitabetinin üstünlüğü ve ata binmedeki mahareti ile meşhurdur.

 

Şiiri severdi; pek çok Arap şairinin şiirini ezberlemişti. Hilafetinde valilere yazdığı mektuplar Arap dilinin örnek yazıları olarak incelenmektedir.

 

Sert mizaçlıydı; bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına gitti. Hz. Peygamber (s.a.v)'den bir şey istemek için orada bulunan kadınlar Hz. Ömer'in sesini duyunca korkudan perdenin arkasına saklandılar.

 

Rasûlullah (s.a.v.), "Ey Ömer, Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi." dedi.

 

Bu sert mizacına rağmen mütevazi bir kişiliğe sahipti. Sıradan bir insan gibi giyinirdi; onu tanımayanlar halife olduğunu bilmezdi.

 

Onun Müslüman oluşu bir fetihti

 

Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gün Hz. Ömer ile Ebû Cehil'i bir yerde oturmuş gizli gizli konuşurken gördü.

 

O gece, "Ya Rabbi, ikisinden biriyle İslâm dinini kuvvetlendir!" diye dua etti.

 

Risâletin altıncı yılıydı. Müslümanlar gittikçe çoğalmaktaydı. Rasûlullah'ın amcası Hz. Hamza da Müslüman olunca müşrikler iyice korkmaya başladılar.

 

Ebû Cehil, "Muhammed'i öldürmekten başka çare yoktur. Bunu yapana şu kadar deve, şu kadar altın veririm." dedi.

 

Hz. Ömer kılıcını çekti ve "Bunu Hattab oğlundan başka yapacak yoktur." diyerek yerinden fırladı.

 

Onu alkışladılar, "Haydi Hattab oğlu, görelim seni!" dediler.

 

Hz. Ömer, Resûlullah'ı öldürmek için yola çıktı. Yolda Nu'aym bin Abdullah'la karşılaştı.  

 

Nu’aym bin Abdullah, "Bu öfkeli halinle nereye gidiyorsun yâ Ömer?" dedi.

 

O da "Aramıza ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşman eden Muhammed’i öldürmeğe gidiyorum." dedi.

 

Nu'aym bin Abdullah, "Ya Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. O’nun ashâbı çevresinde pervane gibi dolaşıyor. O’na yaklaşmak çok zordur. O’nu öldürsen bile Abdulmuttaliboğulları'nın elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?" diyerek onu yolundan döndürmeye çalıştı.

 

Hz. Ömer bu sözlere çok kızdı; "Yoksa, sende mi onlardan oldun? Önce senin işini bitireyim." diyerek kılıcına sarıldı.

 

Nu'aym bin Abdullah, "Yâ Ömer, beni bırak! Kardeşin Fâtıma ile eşi Sa’îd bin Zeyd'e git ki, ikisi de Müslüman oldu." dedi.

 

Bunun üzerine Hz. Ömer, yolunu değiştirip hızlı hızlı kız kardeşinin evine vardı. O anlarda kardeşi Fâtıma ve eşi Sa'id yeni nazil olan "Tâhâ" suresini okuyorlardı. Hz. Ömer'in sesini duyunca okuduklarını sakladılar. Fakat o seslerini duymuştu, "Ne okuyordunuz?" diye sordu.

 

"Bir şey okumuyorduk." dediler.

 

"Demek işittiğim doğruymuş." diyerek eniştesi Sa'id'i dövmeye başladı.

 

Kocasını kurtarmaya çalışırken aldığı darbelerle yüzünden kanlar akan Fâtıma;

 

"Yâ Ömer! Niçin Allah’tan korkmaz ve utanmazsın? Âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygambere niçin inanmazsın? Ben ve kocam Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz." diyerek kelime-i şehâdet getirdi.

 

Kardeşinin bu durumundan etkilenen Hz. Ömer yere oturdu ve yumuşak bir sesle, "Hele şu okuduklarınızı getirin!" dedi.

 

Kur’an sahifesini getirip ona verdiler. Tâhâ suresini okumağa başladı, okudukça kalbi yumuşadı, derin düşünceye daldı.

 

Sonra, "Hakîkaten, ne kadar doğru!" dedi. Kalbinde hiçbir düşmanlık kalmamıştı, "Rasûlullah nerede?" dedi.

 

O gün, Hz. Peygamber (s.a.v.), Safâ tepesi yanında, Erkam’ın evinde Müslümanlarla sohbet ediyordu.

 

Ashâb-ı kiram, Hz. Ömer'in silahlı bir şekilde geldiğini görünce telaşlanarak Rasûlullah'ın etrafını sardılar.

 

Hz. Hamza, "Ömer’den çekinecek ne var! İyi niyetle geldiyse, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden ben onun başını yere düşürürüm." dedi.

 

Rasûlullah (s.a.v.), "Yol verin, içeri gelsin!" buyurdu ve Hz. Ömer’i tebessümle karşıladı.

 

Hz. Ömer, Rasûlullah'ın önüne diz çöktü. Resûlullah (s.a.v.), Hazreti Ömer’i iki yakasından tutup "Müslüman ol yâ Ömer!" buyurdu.

 

Hz. Ömer şehadet getirirken, Ashâb-ı kiram sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getiriyorlardı.

 

Bundan sonrasını Hz. Ömer'den dinleyelim:

 

"Müslüman olduktan sonra, "Ya Rasûlullah! Biz hak ve gerçek din üzerinde değil miyiz?" dedim.

 

Rasûlullah (s.a.v), "Evet! Allah'a yemin ederim ki, siz ister ölü, ister diri olun, Hak din üzerindesiniz." dedi.

 

Ben de, "O halde, ne diye gizleniyoruz? Allah'a and olsun ki, hiç çekinmeden, korkmadan, çıkış yapacağız, İslamiyet'i açığa vuracağız!" dedim.

 

Sonra iki saf halinde Erkam'ın evinden çıktık, saflardan birisinin başında Hamza vardı, birisinde ben vardım. Sert adımlarla Mescid-i Haram'â girdik.

 

Kureyş müşrikleri, şaşkın ve ürkek bakışlarla bir bana bakıyor, bir Hamza'ya bakıyorlardı. Müşrikler, 'Ey Ömer! Arkandakiler ne?' dediler.

 

'La ilahe illallah! Beni bilen bilir, eğer, sizin herhangi biriniz kımıldarsa, onu kılıcımla yere sererim!' dedim.

 

Hepsi geriye çekilip dağıldılar.

 

Rasûlullah (s.a.v) Beytullah'ı tavaf etti, öğle vakti açıktan namaz kıldıktan sonra yanındakilerle birlikte Dâru'l Erkam'a döndü.

 

O zaman, Rasûlüllah (sav), "Hak olanla, batıl olanı birbirinden ayırdı, diye bana Fâruk adını taktı."

 

Abdullah bin Mes’ud; “Ömer’in Müslüman oluşu bir fetihti.” demişti.

 

Hicrete kadar Hz. Peygamber'in yanından hiç ayrılmayacak olan Hz. Ömer'in Müslüman olması gerçekten bir fetih olmuştu.