Bir çocuğun gün içinde kaç adım attığını değil, kaç saat ekrana baktığını sayar hâle geldik. Tabletler, telefonlar ve televizyonlar artık yalnızca birer araç değil; çocukların oyun arkadaşı, oyalayıcısı ve çoğu zaman da susturucusu oldu. Ancak bu sessizliğin bedelini çocukların bedenleri ödüyor.

Çocukluk çağı obezitesi, dünya genelinde giderek büyüyen bir halk sağlığı sorunu olarak karşımızda duruyor. Eskiden yalnızca belirli ülkelerin ya da sosyoekonomik grupların sorunu gibi görülen bu durum, bugün neredeyse her evin kapısını çalıyor. Teknolojinin yaşamın merkezine yerleşmesiyle birlikte çocukların fiziksel aktivite düzeyleri belirgin şekilde azalırken, beslenme alışkanlıkları da bu yeni düzene uyum sağladı. Ne yazık ki bu uyum sağlıklı bir yönde olmadı.

Özellikle pandemi sonrası dönemde ekran kullanımının kontrolsüz biçimde artması, çocukların günlük rutinlerinde köklü değişikliklere yol açtı. Okula yürüyerek gitmeyen, sokakta arkadaşlarıyla oyun oynamayan, enerjisini atabileceği alanlardan giderek uzaklaşan çocuklar; hareketsizliğin doğal bir sonucu olarak kilo almaya başladı. Ancak mesele yalnızca az hareket etmek değil.

Ekran karşısında geçirilen süre arttıkça, yeme davranışı da farkındalıktan uzaklaşıyor. Televizyon izlerken ya da tabletle oynarken tüketilen atıştırmalıklar, çocuğun ne yediğini ve ne kadar yediğini fark etmesini zorlaştırıyor. Doyma sinyalleri bastırılıyor, yemek bir ihtiyaç olmaktan çıkıp otomatik bir eyleme dönüşüyor. Çocuk, tok olduğunu anlamadan yemeye devam ediyor.

Üstelik ekranlar yalnızca pasif birer izleme aracı değil; aynı zamanda güçlü birer pazarlama alanı. Özellikle yüksek şeker, yağ ve tuz içeren ürünlerin reklamları, çocukların zihninde kalıcı izler bırakıyor. Renkli ambalajlar, çizgi film karakterleri ve eğlenceli müziklerle sunulan bu ürünler, çocukların damak tadını erken yaşta şekillendiriyor. Doğal besinler sıkıcı, paketli ürünler ise cazip hâle geliyor.

Bu noktada ebeveynlerin rolü belirleyici oluyor. Ancak çözüm, çoğu zaman düşünüldüğü gibi sert yasaklar koymak değil. “Yeme”, “izleme”, “dokunma” gibi keskin sınırlar, çocuklarda daha güçlü bir yönelime ve gizli tüketim davranışlarına yol açabiliyor. Oysa ekran süresini planlamak, ailece aktif zaman geçirmek, birlikte yürüyüşe çıkmak, sağlıklı besinleri birlikte hazırlamak çok daha kalıcı ve etkili sonuçlar doğuruyor.

Evde bulunan besinlerin içeriği, çocukların seçimlerini doğrudan etkiliyor. Ulaşılabilir olan tüketiliyor. Bu nedenle evdeki atıştırmalıkların kontrolü, çocuklara sağlıklı alternatifler sunmak ve rol model olmak büyük önem taşıyor. Unutulmamalıdır ki çocuklar söyleneni değil, yapılanı örnek alır.

Çocukluk çağı obezitesi yalnızca fazla yemekle açıklanabilecek bir sorun değildir. Bu tablo; yaşam tarzının, çevresel faktörlerin ve dijital kültürün bir araya gelmesiyle oluşan çok katmanlı bir problemdir. Bugün çocukların bedeninde gördüğümüz kilo artışı, aslında yarının diyabetini, kalp hastalıklarını ve psikososyal sorunlarını işaret etmektedir.

Sağlıklı nesiller yetiştirmek istiyorsak, ekranları tamamen hayatımızdan çıkarmayı değil; onlarla dengeli bir ilişki kurmayı öğrenmek zorundayız. Hareketi yeniden günlük yaşamın bir parçası hâline getirmek, sofraya farkındalığı geri getirmek ve çocuklara bedenlerinin kıymetini öğretmek artık bir tercih değil, bir sorumluluktur.