ATATÜRK
Yıl 1922.
Eylül ayının ilk yarısı…
Mustafa Kemal, ordusunun başında, düşmanı Afyon’dan İzmir’e kadar kovalamış, Başkomutanlarını da esir aldığı Yunan ordusunu İzmir Körfezi’nden denize dökmüştü. Bu durum karşısında İngiltere Parlamentosu derhal olağanüstü toplanır. Bütün büyükelçiler de bu tarihi toplantıyı izlemektedir.
İlk olarak muhalefetteki İşçi Partisi lideri Mac Donald kürsüye çıkar. Sert ve öfkelidir:
-Hükümetten hesap soruyorum. Başbakan, Anadolu’yu galip devletler arasında paylaşmak vaadi ile İngiltere hazinesinden sayısız altın liralar harcadı. İzmir ve çevresi Yunanlılara, Antalya ve Konya İtalyanlara, Adana ve çevresi Fransızlara verilecek, İstanbul ve Boğazlar bizim kontrolümüz altına girecek, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan ve Kürdistan devletleri kurulacaktı... Hani nerede? Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Bütün plânlarımızı Mustafa Kemal’in süngüleri paramparça etti. Hükümetten cevap istiyoruz, der.
Bir Türk düşmanı olan Başbakan Lloyd George, üzgün ve bitkin bir şekilde kürsüye çıkarak şunları söyler:
-İnsanlık tarihi ancak birkaç yüzyılda bir dâhi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakın ki, dünyanın beklediği dâhi Anadolu’da ortaya çıktı. Hem de bize karşı… Elden ne gelebilirdi?
Başbakan, kürsüden indi ve bütün İngiltere bu cevaba boyun eğmek zorunda kaldı. Ertesi gün Llyod George hükümeti istifasını verdi.
Atatürk, Türk milletinin felâket uçurumuna yuvarlandığı ve tarih sahnesinden silinmek istendiği bir zamanda ortaya çıkmış, verdiği mücadele, kurduğu devlet, ortaya koyduğu ilkeler ve yaptığı inkılâplarla Türk ve dünya tarihindeki müstesna yerini almıştır.
Pakistan devletinin kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın, 11 Eylül 1922’de Londra’da bütün dünyaya haykırdığı gibi, aziz milletimiz, O’nun önderliğinde kendisi için hazırlanan tabutu hazırlayanların başlarına geçirmiştir.
Atatürk, şu veya bu değildir. Türk Milletinin portresini dikkatle çizerseniz Atatürk’ün portresini çizmiş olursunuz.
O’nun Türk Milletinin büyüklüğüne, kudretine, faziletine, medeniyet istidadına sarsılmaz inancı vardı. “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” dediği zaman, kendi engin ruhunun hiç sönmeyen aşkını dile getirmiştir.
İşte bu kutsal sevginin etkisiyledir ki; “Millete efendilik yoktur; hâmilik vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.” demiş ve doğumundan ölümüne kadar Türk Milleti için çalışmış ve çabalamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 24 Temmuz 1923’te Lozan’da masaya oturduğu zaman kendisine 170 milyon borç çıkarılır. Uzun müzakereler sonunda Türkiye bunun 107 milyonunu kabul eder.
1930’da İsmet Paşa bir basın toplantısında övünerek açıklar ki; ölüm–kalım savaşından çıkmış, binlerce evlâdını savaş meydanlarında kaybetmiş genç Türkiye devleti, bu 107 milyon borcun 100 milyonunu ödemiştir.
Atatürk 10 Kasım 1938’de öldüğünde ise Türkiye’nin dışa tek kuruş borcu yoktur. Bugün borçlarının faizini ödemekte zorlanan bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Prof. Dr. Reşat KAYNAR; “Bizim neslimiz, Atatürk’ü yaşadı, onun yaptıklarını gördü. Bizden sonra gelen nesiller ise onun düşünce ve uygulamalarının yerindeliğini ve haklılığını yıllar geçtikçe daha iyi anlayacak ve böyle bir öndere sahip olmanın haklı gururunu yaşayacaklardır.” diyor.
Bugün bu haklı gururu yaşıyor ve diyoruz ki; üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ses bayrağımız Türkçemiz tükenmedikçe, tasada ve sevinçte yüreklerimiz toplu vurdukça, birliğimizi ve dirliğimizi kimse bozamayacak ve Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidâr kalacaktır.Ülkemiz üzerinde kirli emelleri olanların bu hevesleri ise kursaklarında kalacaktır. Türk Milleti, demokratik, lâik ve çağdaş bir toplum olarak yüzyıllarca yaşayacaktır.
Bir Macar gazeteci: “Atatürk öldü, beşeriyet fakir düştü.” diye yazar.
Doğrudur, 10 Kasım 1938 günü beşeriyet fakir düşmüştür; ama biz, O’nun fikirleriyle yaşadığına inanıyoruz ve yaktığı özgürlük ateşinin Asya ve Afrika’nın birçok ülkesinde hâlâ yandığını biliyoruz.
“Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, insanlık idealinin seçkin ismi, eşsiz kahraman Mustafa Kemal Atatürk, sana minnettarız."
Vefatının 86. yıldönümünde rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz.