Hava oldukça soğuktu. Her ne kadar Erzurum’un, Sivas’ın adı çıkmışsa da Kütahya’nın soğuğunu bilenler bilir. İliklerinize kadar işler ve donacak gibi olursunuz.

 Bu okula yeni gelmiştim. Yeni dediysem dört ay falan… İkili öğretim (sabahçı öğlenci uygulaması) yapıldığı için dersler erken başlıyor. 1. ve 2. saat derse girdim. 3. ve 4. saatlerim boştu. Ders zili çalınca herkes derse girdi, öğretmenler odasında kimse kalmadı. Dışarının soğuğuna inat öğretmenler odası sıcacıktı. Öğretmenler odası hep sıcaktır zaten.

 Son sınıf öğrencilerim için test soruları hazırlıyordum. Çünkü onlar ders yılı sonunda üniversite sınavına girecekler. Hemen hemen tamamının dershaneye gidecek ya da hazırlık kitabı alacak maddi imkânı yok. Bazılarının çok umurunda olmasa da içlerinde çok istekli ve hevesli olanlar da vardı. Onlar dershanelere giden, özel hocalardan ders alarak sınava hazırlanan öğrencilerle aynı sorulara muhatap olacaklar. Eğitimde fırsat eşitliği ha!

 Bir gün önce okuldan eve giderken kırtasiyeye uğradım, teksir kâğıdı ve mumlu kâğıt aldım. Şimdi mumlu kâğıda kendi hazırladığım soruları elle yazıp sonra okulun teksir makinesinde çoğaltacağım.

 Sınava girecek öğrencilerin test tekniğine alışmaları, soru çözümünde hız ve zaman kazanmaları lazım. Ne yazık ki böyle! En az yarım asırdır eğitim sistemimizi sınavlara, sınavları da çoktan seçmeli testlere bağladık.

 Eğitimle öğretimi karıştırdığımız için bir öğrencinin eğitimdeki başarısını, test tekniği ile hazırlanmış sorulara doğru cevap verip verememesi ile ölçüyoruz. Öğretim yapmaya çalışarak (onu da olması gerektiği gibi yapamadığımız için “çalışarak” diyorum) eğitim yaptığımızı zannediyoruz.

 Teneffüs zili müzikal bir melodi ile çaldı. Okullarda en sevilen zildir bu. Sınıflar büyük bir gürültüyle boşalır. Öğrencilerin çoğu, öğretmenden önce sınıfı terk eder.

 Öğretmenler birer ikişer öğretmenler odasına gelmeye başladılar. Ben kalorifere yakın bir yerde hâlâ soru hazırlamakla meşgulüm.

 Bir öğretmen arkadaş yanıma geldi, alıcı kuş gibi tepemde dikilerek hiç konuşmadan bir süre yaptığım işi dikkatle inceledi. Ben yazmaya devam ediyordum. Ne yaptığımı gördü ve anladı; ama teyit ettirmek istercesine sordu:

-Ne yapıyorsun?

 Ben başımı kaldırmadan cevap verdim:

-Gördüğün gibi soru hazırlıyorum.

 -Ne yapacaksın bunları? dedi.

 -Son sınıflara uygulayacağım, dedim.

 Kimsenin duymasını istemiyormuş gibi hafif bir sesle:

-İyi bir şey yapıyorsun da Müdür görmesin bunları!

 Yazmayı bıraktım, birden başımı kaldırdım. Dedim ya okula geleli dört ay olmuştu. Herkesi yeni yeni tanıyordum. Meslek hayatımın 13. yılındaydım.  Birbirinden farklı müdürlerle çalışmıştım. Müdürlük psikolojisini bilirim.

 Bazı müdürlerin sağı solu belli olmaz. Hele hak etmeden, “tepeden inme müdür olan müdürler” bambaşkadır. Müdür olunca birden değişiverirler, tanıyamazsınız. Bilgi, beceri ve liyakat yoksunudurlar. Zaaflarını ”dediğim dedik çaldığım düdük” anlayışı ve “ben bilirim” edasıyla kapatmaya çalışırlar ki son yıllarda bunların sayıları epeyce fazladır.

 İşte bu sebeplerle “Müdür görmesin” lafını ciddiye aldım. İçimden, “inşallah yanlış bir şey yapıp baltayı taşa vurmayız” dedim. Çünkü okulda test hazırlayan bir öğretmen görmemiştim. Arkadaşa endişeyle sordum:

-Neden? Kızar mı?

 Gayet ciddi, rahat ve kendinden emin bir şekilde:

-Yok canım, ne kızacak, aynı şeyi bizden de ister, sen bize iş çıkarıyorsun, dedi.

 Anlamıştım. Müdür Bey benim yaptığım çalışmayı örnek göstererek diğer öğretmenlerden de aynı şeyi yapmalarını isteyebilirdi. Bu da bu öğretmen arkadaş için “angarya” ve “iş yükü” demekti.

 O anda bir şeyin daha farkına vardım.  Öğretmen kimliği taşıyan birçok kişi aslında öğretmen değildi. Onlar alışılagelmiş düzen içinde sıradan işleri yapan, devletin sıradan memurlarıydı.

 Onlar için eğitimde yeni projeler üretmek, öğrencileri hayata hazırlamak, onların problemleriyle ilgilenmek, rehberlik yapmak “angarya” işlerdir. Zaten bunları yapmayı bilmezler, bilseler de yapmamak için şartlanmışlardır.

 Bildikleri en iyi iş, maaş ve ek der ücreti hesaplamak ve aybaşı geldiğinde herkesten önce para çekme sırasına girmektir. “Salla başını, al maaşını” deyimi bunlar için geçerlidir.

 Bir de konuştukları zaman mangalda kül bırakmazlar, herkesi eleştirirler ve çok bilmiş edasıyla başkalarına akıl verirler. “Müdür görmesin!”